30 Mart, 2010

GİTMEK


"Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği" .... Ne güzel yazmış Can Yücel. Bahar gerçekten bütün isteklerin artma zamanı sanıyorum... Camın ardından vuran güneş, yeni tomurcuklanıp çiçeğe durmuş ağaçlar, miss gibi bahar kokusu içinizi kıpır kıpır yaparken, bir gitme isteği, yağmurla gelen hüzün, istemek ama hiç bir şey yapamıyor olmanın çaresizliği, ... Sadece doğada değil renk cümbüşü, duygularda karmakarışık, rengarenk bu mevsimde.

GİTMEK

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp .götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun...
İstemek de güzel.

Can Yücel

PEYNİRLİ DİLİM


İnanılmaz kolay ve ani gelen misafirler için çok çabuk yapabileceğiniz bir tarif. Hafta sonu kahvaltısına, çay sofralarına çok yakıştırıyorum ben. Umarım siz de beğenirsiniz.
Malzemeler
½su bardağı + 2 yemek kaşığı sıvı yağ (2 yemek kaşığı sıvı yağı ben koymuyorum)
2 yemek kaşığı yoğurt
2 yumurta (sarısının biri üstüne)
3 çay kaşığı kabartma tozu
12 yemek kaşığı un (gerekirse bazen biraz daha fazla alıyor, o yüzden unu ölçmeden göz kararı yapıyorum), biraz tuz
İçine peynir.

Hamur yoğulup ikiye bölünecek ve dikdörtgen şeklinde hafif bastırılarak açılacak. Üzerine peynir koyup (ben peynire dereotu ilave ediyorum), iki ucu ortada birleştirilecek. Yumurta sarısını sürüp dilerseniz haşhaş, susam ya da çörek otu serperek pişirebilirsiniz. Piştikten sonra dilim dilim keserek servis yapabilirsiniz.

*Peyniri üstüne koymak yerine, hamurun içine de katabilirsiniz.

26 Mart, 2010

"EŞEK" DEYİP GEÇMEYİN...!


Aşağıda yazı mail'ime geldi. Paylaşmak istedim ...

Her ne kadar insanoğlu türlü akılsızlıkları eşşeklikle nitelendirse de en güzel gözlere sahip bu sevimli hayvan, yerine göre çoğu insandan daha akıllıdır...

Örneğin ''Eşek, iyi bir yol mühendisidir.Yokuşları en fazla yüzde yedi eğimle ve kısa mesafelerde virajlar alarak çıkar.'' Dediklerinde...ben de inanmamış ve nivelman yaptırmıştım yani topoğrafik aletle ölçüm. Sonuç şaşırtıcıydı:Yüzde 7. Hani bu konuda çoğumuzun bildiği meşhur bir Anadolu fıkrası vardır: 1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış.O zamanlarda yol güzergâhını belirleyecek alet yok, eleman yok. Nafı'a mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış. Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:

- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
- Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek yüzde 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler. Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili bozgun... cevap vermiş:
-Amerika'dan mühendis getirtiyoruz.
*******
Eşek iyi bir kılavuzdur: Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış.
*******
Evet, eşek akıllıdır... düştüğü çamura bir daha, asla düşmez. "Eşek bir defa çamura düşer!" Deyimi bundandır.

Biz eşek miyiz diye düşündüm, genele vurursak o kadar bile olamamışız, çamurdan çıkamıyoruz...

24 Mart, 2010

TAM ZAMANI

Bu şiirin üstüne edilecek tek bir söz yok biliyorum ama; banakalırsa, Bahar uyanmanın, silkelenmenin, hayata başka türlü, başka gözle bakmanın TAM ZAMANI. Kışın yorgunluğunu, rehavetini üzerimizden atmanın TAM ZAMANI. Çevremizde olup biteni, ya da kaybettiklerimizi anlamanın, ben de varım, demenin TAM ZAMANI.

TAM ZAMANINDA YAŞAMAK
> Yemek de boş içmek de,
> Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
> Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
> Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
> Gözlerinin içine baka baka.
> Bisikletinin gidonunu
> Tam zamanında çevirmelisin
> Düşmemek için.
> Tam zamanında frene basmalı,
> Tam zamanında yola koyulmalısın.
> Tam zamanında okşamalısın başını
> O üzüm gözlü çocuğun
> Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
> Tam ağlamak üzereyken.
> Tam zamanında koymalısın elini omzuna
> En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
> Tam zamanında tutmalısın düşerken
> Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
> Tam zamanında acımalı yüreğin
> Afyon'da Hasan Ağabey' in evi yıkılınca başına
> Evsiz kalınca çoluk çocuk
> Ki uzatasın elini bir parça.
> Tam zamanında açmalısın kapını
> Hayatına girmek isteyenlere.
> Tam zamanında çıkarmalısın
> Sevginden şımarmaya başlayanları.
> Tam zamanında affetmelisin kardeşini
> Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
> Seni gecenin üçünde arayıp da
> Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
> Tam zamanında öğretmelisin oğluna
> Gerekiyorsa yumruk atmayı
> Tam burnunun üstüne
> Tiksinmeden pisliğinden,
> Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
> Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
> Tam zamanında bağırmalısın
> Acıyınca bir yerin.
> Tam zamanında gülmelisin
> Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
> Tam zamanında yatmalısın
> Yola çıkacaksan ertesi gün
> Ve arabayı kullanan sensen
> Sana emanetse çoluk çocuk
> Ve kendin.
> Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
> Ve üzeceksen birilerini
> Ertesi gün hatırlamayacaksan.
> Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
> Tam zamanında konuşmalı
> Tam zamanında şarkı söylemeli
> Tam zamanında susmalısın.
> Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
> Annenin babanın evini,
> Tam zamanında başka bir şehre gidip
> Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
> Tam zamanında dönmelisin memleketine.
> Tam zamanında için titremeli,
> Tam zamanında aşık olmalı
> Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
> Tam zamanında toplamalısın oltanı
> Belki de seni şampiyon yapacak
> En büyük balığı kaçırmadan.
> Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
> Tam zamanında ölmelisin
> Iskalamak istemiyorsan hayatı.
> Haydi şimdi kalk bakalım
> Silkin şöyle bir
> At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
> Vakit zannettiğinden daha az
> Haydi kalk bakalım,

>> Şimdi YAŞAMAK ZAMANI.....>>
Can YÜCEL

23 Mart, 2010

AYDINLIK, FERAH MUTFAKLAR






Hepsine ayrı ayrı bayıldım. Ama, bir ahşap sever olarak favorim ikinci resimde ki mutfak oldu. Bakarken bile insanın içi açılıyor, değil mi? Şöyle mutfaktan çıkan miss gibi kokular, camdan içeri giren bahar kokusu, bir de ağarlayacak dostlarınız var ise, daha ne ister ki insan....


18 Mart, 2010

ÇİKOLATALI FRANSIZ KEKİ



Kekin adı "Çikolatalı Fransız Keki" ama siz adına aldanmayın, kek ile pasta arası inanılmaz güzel bir lezzeti var. Pişerken evi saran miss gibi koku, çikolatanın vazgeçilmez lezzeti, ikram ederken aldığınız güzel iltifatlar da cabası. Aslına bakarsanız kek demek sanıyorum biraz haksızlık oluyor. Cumartesi/Pazar deneyin banakalırsa. Eminim ki sizin de vazgeçilmezleriniz arasında bir numaraya oturacaktır. (Tarifi http://www.portakalağaci.com/ dan almıştım, tarif defterime alıntı yaptığım tariflerden şimdiye kadar hiç hayal kırıklığına uğradığım olmadı, bu tarifi de uzun zamandır sürekli yapıyorum)

Malzemeler

Kek malzemeleri
160 gr bitter çikolata
150 gr margarin
4 yumurta
2/3 su bardağı toz şeker
2/3 su bardağı çekilmiş ceviz/fındık
2/3 su bardağı un
1 paket vanilya
3/4 paket kabartma tozu
Üzerine
Çikolata sos (1 paket hazır sos + 1/2 litre süt)
1 su bardağı çekilmiş ceviz/fındık

Hazırlanması
150 gr. margarini benmari usulü eritin. Eriyen margarine 160 gr bitter çikolatayı ekleyerek çikolatanın da benmari usulü erimesini sağlayın. Çikolata hala sıcak iken derin bir kaba alın. 4 yumurtanın sarısını (ben 3 kullanıyorum), toz şekeri ve cevizi ekleyip iyice çırpın. Unu ve vanilyayı ekleyip çırpmaya devam edin. Cam bir kapta 4 yumurtanın beyazını çırpıp köpük haline getirin (ben sarısı ile beyazını ayırmadan çırpıyorum). Çırpılmış yumurta beyazlarını kek karışımına yavaşça ekleyerek düşük hızda karıştırın. Karışıma kabartma tozunu ekleyerek aynı şekilde bir-iki kez daha karıştırın. Fırını 170C'ye getirin. Kalıbın altına yağlı kağıt koyup kenarlarını da fırça yardımıyla ayçiçek yağı ile yağlayın. Karışımı kalıba yayıp ısınan fırında 20 dakika pişirin. Kek pişerken paketin arkasına göre sosu hazırlayın, (ben 1/2 paket çikolata sos yapıyorum, yeterli geliyor) sos oda sıcaklığına gelince pişen kekiniz de yeterince soğuyunca keki kalıptan çıkarıp bir tabağa ters çevirin. Üzerine (kenarlardan akacak şekilde) ince bir tabaka halinde sosu yayın, üzerine çekilmiş ceviz , fındık yada hindistan cevizi serpebilirsiniz. Bu arada kalıp olarak küçük yuvarlak borcamdan yaklaşık 1 parmak daha geniş bir aliminyum tepsi kullanıyorum. Küçük borcamda yapmayı denedim ama küçük geldiği için kek kabardıkça fırına dökülmeye başladı ve fırını kapağı açıp kapatarak kurtarabildim.

16 Mart, 2010

GÜVERCİN TERAPİSİ




Hepimiz zaman zaman mutsuz, keyifsiz, eli kolu kalkmaz, hiçbir şeyden zevk almaz bir halde olmuşuzdur sanıyorum. Ya da avaz avaz bağırmak, haykıra haykıra ağlamak istediğimiz olmuştur. Böyle zamanlarda, bir çiçeğe bakmayı, bir kuşu seyretmeyi ya da dinlemeyi çok sevenlerdenim. Dün bir arkadaşımla yemek çıkışı, atılmak üzere ayrılan ekmeklerden alıp, güvencin beslemeye gittik. Çalıştığımız yerin orman içinde olması ve kuşların bolluğu büyük avantaj tabi. Ekmekleri doğrayıp, attıktan sonra bir banka oturup güvercinleri seyretmek öyle büyük bir huzur verdi ki anlatamam size. Teker teker birbirlerini haberdar edip gelmeleri, tedirgin, ürkek ama bir o kadar da insana alışkın yemeleri, en ufak bir şeyde hep beraber uçup, hep beraber tekrar dönmeleri hem inanılmaz keyif verdi, hem de inanın terapi gibi bir şey oldu. Banakalırsa deneyin, insanın içini inanın hem çok rahatlatıyor, hem anlık dahi olsa, bütün sıkıntılarınızı unutturuyor.

15 Mart, 2010

BOZKIR ÇOCUKLARINA BİR UMUT/Dr. Albert Ecksteın


Dr. Albert Ecksteın

Hitlerin iktidara gelişi ile başta Yahudiler olmak üzere Ari olmayanlara karşı yürütülen kampanya sonucu bir çok bilim adamı çeşitli ülkelere gitmişti. Dr. Alber Ecksteın'de Türkiyenin davateni kabul ederek, Ankara'ya yerleşip yeni kurulan Cumhuriyet felsefesini benimseyip, köy köy gezerek Türkiye'ye büyük ölçüde hizmet ettikten sonra (15 yıl) tekrar Almanya'ya dönüp orada kısa bir zaman sonra da vefat ediyor. Genç Türkiye Cumhuriyetinin teklifini kabul eden çocuk doktoru Ankara Numune Hastanesi'nde göreve başlıyor, ardından Ankara Üniversitesi Çocuk Kliniği'ni kuruyor. Yüzlerce köyde araştırmalarda bulunup, fotoğraflar çekiyor ve pek çok çocuğa şifa veriyor, değerli doktorlar yetiştiriyor. Belgesel tadında kitapları seviyor iseniz güzel ve dolu dolu, hizmet aşkı ile geçmiş bir hayat hikayesi yine bir çocuk doktoru tarafından belgeler ile kaleme alınıyor. Bir de okurken 1940'ların Türkiyesi'ni okumak, fotoğraflara bakmak keyifli idi doğrusu.

“1933 Üniversite Reformu’nun ardından, seçilerek Türkiye’ye çağrılan Ord. Prof. Dr. Albert Eckstein, Kemalist Cumhuriyet’in idealizmini benimsemiş; çocuk hastalıklarının modern eğitimini asistanlarına aktarmış, ardından gelenler Ankara Tıp, Hacettepe, Ege Üniversiteleri’nde çocuk kliniklerinin kurulmasını, ilerlemesini sağlamışlardır. Bu dönem, bir bakıma Türk çocuk sağlığı hekimliği tarihinin önemli bir dönüm noktası niteliğindedir.”

Prof. Dr. Nejat Akar

10 Mart, 2010

DURU BEBEK








Duru bebekten daha önce de bahsetmiştim size. Ailenin en küçüğü, en son gelen üye, ve dolayısı ile şu anda herkesin gözbebeği, ilgi odağı, inanılmaz tatlı (ya da bana öyle geliyor) kız kardeşimin iki numaralı kızı. Babaanne ve Anneannelerin “torunlar çok tatlı oluyor” demelerinin nedenini keşfettim sanıyorum. Daha önce de düşünürdüm, nasıl olur da evlattan daha tatlı olur ki diye. Kim benim kızımın yerini tutabilir, onu 9 ay taşı, emek ver, kendi gözünden bile sakın, sonra torun olsun, hem de ondan daha tatlı olsun. Bebek öyle farklı bir şey ki, masumiyeti, cana can eve heyecan katması, size muhtaçlığı, kokusu, bakışı, ….. tarif edilir gibi değil. Aradan zaman geçince bebeği de, bebek sevmeyi de özlüyor insan. Cumartesi günü kız kardeşim “birazdan uyanacak sen besle (biberon ile) istersen” dedi. Yataktan almak ile başlayan (size teması ve iki parmağınızı sıkıca tutması, sarılırcasına elinizi belinize dolaması, arada bir gözlerini açıp bakması, …) bir duygu seli sormayın gitsin. Sanıyorum Duru 15-20 dakika civarında emdi, ben yataktan alırkenden itibaren 15-20 dakika boyunca durmaksızın ağladım. Ne büyük bir keyif, nasıl bir huzur, minicik eli ile hayata ne büyük bir tutunuş. Bir kadına Tanrının verebileceği en büyük armağan sanıyorum bir bebek, o yüzden umarım isteyen hiç kimse böylesine büyük ve özel duygudan mahrum kalmaz. Kendi adıma kızıma bir kardeş verememenin burukluğunu zaman zaman yaşasam da, onda yaşama fırsatı bulduğum bütün duygular için binlerce defa şükrediyorum. Hepimizin bildiği gibi hayatı ıskalamayın diye bu aralar çok sık kullanılan bir söz vardır, ben ekliyor ve banakalırsa, eğer sağlınız el veriyor ise kendinizi bu duygundan asla mahrum etmeyin, anne olmak ile yaşayabileceğiniz bu duyguyu mutlaka tadın ve lütfen kadın olmanın bu özelliğini asla ıskalamayın derim.

09 Mart, 2010

SÜMBÜL ZAMANI




Sümbül hem güzel görüntüsü, hem de güzel kokusu nedeni ile en sevdiğim çiçeklerden biri. Eşimle hafta sonu bauhaus’a gittiğimizde gördük ve hemen üç tane aldık. Alırken, açmamış olanlarını almak hatta, küçücükleri seçmek en iyisi sanıyorum. Uzun zaman güzel görüntüsünden ve kokusundan faydalanabiliyorsunuz. Kış aylarında yeşermeye başlayıp, her bahar açıyorlarmış çiçeklerini. Sümbül soğanını büyüklüğünün 2,5 katı derinliğinde bir saksıya ekmeniz, doğrudan güneş görmeyen bir yere koymanız, toprağını kurudukça sulamanız, kumlu ve gevşek bir toprak kullanmanız gerekiyor. Saksıyı yaprakları kuruduktan sonra, Eylül –Ekim civarına kadar serin bir yerde saklayabiliyorsunuz. Aynı soğanı, saksıdaki toprağı değiştirip tekrar kullanabiliyorsunuz. Soğanları serin ve karanlık bir yerde saklamınız en doğrusu imiş. Unutmadan yaprakları solduğunda yapraklarını dibinden kesip öyle kaldırmanız gerekiyor. Bu aralar bütün büyük marketlerde görür oldum, belki sizde alıp evlerinizi şenlendirmek istersiniz.


08 Mart, 2010

DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜ NEDEN KUTLUYORUZ ......


Bu gün bir çok Dünya Kadınlar Günü mesajı okuduktan sonra, hangi olay ile kutlamaya başladık ki diye merak ettim bu günü. Sebep 129 Kadın işçinin yanarak ölmesi imiş, üzüldüm doğrusu. Daha önce de okumuştum ama, silmişim sanıyorum. Dünya'ya o kadar çok emek veriyoruz ki, çok anlamlı bir gün ama, keşke kutlama sebebimiz, kadınları anlamak, anmak için olsaydı, bir vefa, bir anma olsaydı ..... diye düşündüm. Aşağıdaki yazı internetten alıntı. Belki sizde okumak ve niye kutluyoruz diye bilmek istersiniz.

DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1800'lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleriyle gündeme geldi Kadınlar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 8 Mart'ta eşitlik isteklerini daha yüksek sesle dile getiriyorlar.


8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur. ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür.

Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ederler. Kadınların yürüttükleri mücadelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunmaktadır. Dünya Kadınlar Gününde bugün de ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, politik haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için çalışılıyor.

TÜRKİYE'DE 8 MART KADINLAR GÜNÜ
İlk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlayan 8 Mart, 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı.

"Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programında Türkiye de etkilenmiş, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapılmıştır. 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl anılmadı 8 Mart. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar Günü kutlanmaya başlandı.Kadınlar 80'li yıllarda 8 Mart'ı izinli yürüyüş ve şenliklerle kutlayamamışlarsa da, küçük gruplar mütevazi kutlamalarını sürdürdüler. 90'lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber 8 Mart daha geniş bir katılımla kutlanılır oldu.

05 Mart, 2010

UN KURABİYESİ


Çok uzun zamandır sürekli yaptığım bir un kurabiyesi tarifim vardı, bir zaman yapmaya ara verdikten sonra ki ilk ve ikinci yapışımda kurabiyeler öyle muhteşem olduki hepsi birleştiği için, bir tepsi düz ve neredeyse tek bir kurabiye haline gelen kurabiyelerim oldu diyebilirim. İkinci denemedeki hayal kırıklığından sonra başka bir tarif aramaya koyuldum ve çok güzel bir tarif buldum nihayet. Tarifi http://www.portakalagaci.com/ 'dan aldım ve sonuç mükemmel, hazır olanlardan bile daha güzel un kurabiyelerim var artık. Yaklaşık bir yıldır aynı tarifi sürekli kullanıyorum inanın hiç fiyasko yok. Sizlere de banakalırsa mutlaka deneyin derim...
Malzemeler:
1 paket margarin, oda sıcaklığında
1 kahve fincanı sıvıyağ
3 kaşık pudra şekeri
4 kaşık buğday nişastası
Alabildiği kadar un (4,5 - 5 bardak)
1 çay bardağı pudra şekeri (Üzeri için)
Hazırlanması:
Margarin, sıvıyağ ve pudra şekerini krema kıvamına gelene kadar karıştırın. Nişasta ve unu ekleyerek hamuru yoğurun. Daha sonra hamurdan uygun büyüklükte parçalar koparıp rulo şekline getirin ve bıçakla verev şeklinde kesin ve üzerine bıçakla 2 çizik atın. Önceden ısıtılmış 160C fırında beyaz kalacak şekilde pişirin. Fırından çıkınca üzerine pudra şekeri eleyin.