29 Eylül, 2009

HEM KOLTUK, HEM ABAJUR... GÜZEL TASARIM DOĞRUSU



Gazete ve kitap okumak için koltuk ve abajurun bir arada olmasını isterseniz, kapladığı alanın fazla olması da sizi rahatsız etmiyor ise hoş bir tasarım.

25 Eylül, 2009

SARIMSAĞIN MİTOLOJİK HİKAYESİ


Yunan mitolojisinde Asklepios, yani hekimler tanrısı, sanatında o kadar ustalaşır ki ölüleri bile diriltmeyi başarır hale gelir. Zeus da Asklepios’e çok kızar bu yüzden, çünkü onun, doğanın dengesini bozduğunu düşünür. Zeus o kadar kızgındır ki Asklepios’a yıldırımını onun üzerine yöneltir. Yıldırımın etkisiyle Asklepios yere düşer. Ama düştüğü sırada elinde bin bir derde deva olacak bir reçete vardır ve reçete bir bitkinin üzerine konar. Yağan yağmur da reçetede yazılı olanları bitkiye taşır. Böylece bin bir derde deva bir bitki doğar işte bu bitkinin adı sarımsaktır.

Mitolojik bir hikaye olmasına rağmen içerdiği bilgi bakımından çok fazla gerçek doğrusu. Anavatanı Hindistan olan sarımsağın tarihi insanlık kadar eskidir. Sarımsağın vücudun bağışıklık sistemini güçlendirici ve hücre koruyucu etkisini destekler bazı bilimsel bulgular mevcuttur. Sarımsak gerçekten de bin bir derde deva olacak bir bitki. A, B1, B2, B3, C ve E vitaminlerinden bol miktarda içeren sarımsak kükürt, karbonhidrat, aminoasitler, çinko, demir, potasyum ve fosfor yönünden de çok zengin bir bitki. Sarımsağın bir de hepimizin bildiği gibi antibiyotik, antiseptik ve antibakteriyel özellikleri barındıran bir yapısı var. Ayrıca diğer bitkilerden 58 kat fazla kalsiyum içerir.

Sarımsak grip, bademcik, öksürük ve nezle gibi şikayetlere iyi geliyor. Astım ve bronşit hastalarına günde 3-4 diş sarımsak tüketmesi öneriliyor ve bunun yanında tansiyon düşürücü özelliğinin de unutulmaması gerekiyor. Tansiyon düşüklüğü olanların sarımsak tüketirken biraz daha dikkatli olmaları gerekiyor. Sarımsak şekeri dengeliyor, romatizma ve eklem rahatsızları için de şifa niteliği taşıyor, terletici etkisi ile ateşi düşürmeye yardımcı oluyor. Bütün bu özellikleri yanı sıra faydalı olan bitkileri bile ölçülü tüketmemiz gerektiği bilinen bir gerçek, sarımsakta kükürt içerdiği için alerjik durumlara neden olabilirken, fazla miktarda ve çiğ tüketilmesi de bağırsak florasının zarar görmesine neden olabiliyor. Yani günde 3-4 diş sarımsak tüketmek şifa verici özelliklerinden yararlanmak için yeterli olabiliyor. Sarımsak kokulu bir yiyecek olduğu için zaman zaman tüketme konusunda sıkıntı yaşıyoruz ama tükettikten sonra maydanoz yemek, diş fırçalamak, ya da akşamları tüketmek veya pişirerek tüketmek ki böylece kokusu azalır bu mucize bitkiden yararlanmamızı kolaylaştırabilir. Birde aşağıdaki ansiklopedik bilgilere göz atarsanız bu mucize bitkinin kullanımını arttırmak adına daha çok ikna olursunuz sanıyorum.

· Tarihin ilk çağlarında Sümerlerin sarımsağı bildikleri ve ilaç olarak kullandıkları elde edilen arkeolojik kayıtlardan anlaşılmaktadır.
· Eski mısırlılar sarımsağı ilaç olarak kullanmışlardır.
· Tarihi kayıtlardan Gizek piramidini yaptıran Firavun Keops ‘un ( IV Hanedan ) inşaat sırasında işçilere bol miktarda sarımsak yedirdiğini öğreniyoruz. Tarihçi Heredot, Mısır Piramitlerini yapan işçi ve kölelere hastalıklardan korunmaları, sağlıklı ve diri kalmaları için sarımsak verildiğini yazar.
· Günde kilometrelerce yol yürüyen Romalı savaşçılara sarımsak yedirilmiştir.
· Mısırlı anneler çocuklarını bağırsak kurtlarından korumak için boyunlarına sarımsak asarlarmış.
· Eskiler sarımsağın özelliklerini mucizevi olarak yorumlamış, ilk tıp bilginlerinden Hipokrat bile bu bitkiyi terletici ilaçlar sınıfına sokmuştur.
· Avrupa da haçlı seferlerinden sonra şeytani güçlerle savaşta bile kullanılmıştır.
· Sarımsağı İsrailoğulları Mısır’dan Filistin’e getirdiler. Oradan da Anadolu ve İronya’ya dağıldı. İlk defa haçlı seferleri sırasında Fransa’ya geldi ve oradan Avrupa’ya yayıldı.
· En çok Kuzey Afrika, Orta ve Güney Avrupa, ABD ve Meksika’da yetiştirilir.
· Sarımsak Ortaçağda vebaya karşı kullanılmış ancak antibiyotiklerin keşfi ile gözden düşmüştür.
· Sarımsak ülkemizde 12.yy dan bu yana yetiştirilmektedir. Bu gün dünyanın her tarafında yetiştirilen sarımsak, ülkemizde selenyumca zengin toprakları ile en iyi ve kaliteli yetişme ortamını sağlayan Kastamonu ilimizin Taşköprü ilçesinde yoğun olarak yetiştirilmekte ve hemen hepsi ithal edilmektedir.

23 Eylül, 2009

ŞEZLONGTA ve KÜVETTE KİTAP OKUMANIN EN RAHAT HALLERİ







Kitap okumayı sevenlerdenseniz bazı mekanlarda okumanın ne kadar zor ve yorucu olduğunu bilirsiniz. Bu rahatsız mekanlardan ilk aklıma gelen Şezlonglar süphesiz. Yüzüstü yatar, sırtüstü döner, uyuşan eklemlerinizin yönünü teker teker değiştirir ama ne yaparsanız yapın en rahat olan okuma pozisyonunu bir türlü bulamazsınız. Sonbahardayız biliyorum ama bir daha ki yaz sezonu için almayı düşünebiliriz. Diğer resmi ise çok beğendim doğrusu, gerçekten oldukça rahat ve çok keyifli görünüyor. Çok sık uygulanabilecek gibi değil ama, kimbilir banyo için tasarlanan bu modeli de almak isteyenler olabilir. Ben bu örnekleri http://evtasarimi.com/ adresinde gezerken gördüm. Tasarımlar hoşunuza gitti ise bir göz atın derim.


18 Eylül, 2009

Yanaklarınız öpücükle eskisin,
Mideniz beşbuçuk kilo şekerle dolsun,
Cebinizi bücürler soysun,
Bayramınız kutlu, mutlu olsun
İyi bayramlar diliyorum...

Sebzeli Makarna


Mevsimin artık kendini iyice hissettirdiği, yazdan kalma son güneşli günlerde, tezgahlarda yaz sebzeleri de yavaş yavaş azalırken renkli bir makarna yaptım dün akşam. Makarnayı suda haşlarken içine yaklaşık bir avuç derin dondurucudan aldığım bezelyeleri de atıp, ikisini birlikte haşladım. Daha sonra tencereye yağ ekleyip, içine ince ince doğranmış kırmızı biber, kabuğu soyulup küp küp doğranmış domates ve fesleğenleri (ince kıyılmış) atıp domates suyunu çekene kadar pişirdim. İsteyenler bir miktar sarmısak da ekleyebilirler. Süzülmüş makarna ve bezelyeleri de ekleyince güzel, renkli, hoş kokulu alternatif bir makarna tarifi çıktı ortaya. Servis ederken ince kıyılmış maydanoz ile yada rendelenmiş kaşar peyniri ile servis yapmakta hoş olabilir.

14 Eylül, 2009

3G TEKNOLOJİSİ HAKKINDA ÖNEMLİ ÇARPICI BİLGİLER


Bu yazıyı mail ile bir arkadaşım yönlendirmiş. Kullanmadan çocuklarımızın geleceği için iyi düşünmemiz gerekiyor sanırım. Paylaşmak istedim ...


Bu ateşi elinize almadan düşünün!
İsveç’te, 3G’de bulunan 3 UMTS sistemini test etmişler. İnsan vücudu üzerinde çok önemli zararları olduğunu görmüşler. Bu ateşi elinize almayın, geleceğinizi yakmayın! Prof. Dr. Selim Şeker anlatıyor. 3G geldi! Reklâmlar aracılığı ile ortada bir bayram havası var… Reklâm sloganı “merak etmiyor musun” diyor. Biz merak ediyoruz ama geleceğimizi! Sağlık sorunları göz önüne alındığında kazandıracak mı, yoksa kayıplar mı artacak?
Tehlikeli Oyuncak Kitabının Yazarı Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim ŞEKER
CEVAPLADI3G ne anlama geliyor?
"3G, kablosuz sistemlerin yani hücresel ağ sisteminin en gelişmişi. Önceden tanıdığımız 1G ve 2G’ye göre çok büyük yenilikleri var. Şu ana kadar sesli iletişim aracı olarak kullandığımız cep telefonunda, artık görüntü, bilgi aktarımı, sayısal veriler, TV, faks, internet, medya haberciliği gibi büyük iletişim kolaylığı getiriyor."
Çevre ve insan sağlığı üzerinde ne gibi etkileri olacak?
"Bu sistemde iletişim aracı olarak kullandığımız, bir odayı dolduran bütün elektrik aksamını bir telefona soktular. Maalesef para kazanırken çevre ve insan sağlığını hiç düşünmüyorlar. Bu teknoloji ile beraber bugüne kadar 1 baz istasyonu olan yerde, artık 9 tane baz istasyonu olacak! Yani baz istasyonu sayısı çok artacak. İngiltere’de 3G ile beraber baz istasyonu sayısı 50.000–70.000 civarında artış göstermiş. Daha çok baz istasyonu; daha çok radyasyon, daha çok manyetik kirlilik demek! 3G hem insan hem de çevre sağlığı açsından büyük riskler içeriyor. İsveç’te, 3G’de bulunan 3 UMTS sistemini test etmişler. İnsan vücudu üzerinde çok önemli zararları olduğunu görmüşler.TV istasyonunda çalışan kişiler, çalıştıkları ortama girince bir ağırlık ve baş ağrısı hissederler, yoğun stres yaşarlar. Bunun sebebi o istasyonda bulunan alıcı ve vericilerdir. Bazı alışveriş merkezlerine giren insanlar da rahatsızlık duyarlar, rahat nefes alamazlar, kalp hastaları daha fazla rahatsız olur. Bunun sebebi de o alışveriş merkezinde bulunan baz istasyonlarını n sebep olduğu kuvvetli radyasyondur. 2G’nin DNA’yı olumsuz etkilediği, kansere sebep olduğu birçok ülkede yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlandı. Bu araştırmaların çoğunu Tehlikeli Oyuncak kitabımda açıklamıştım. Eylül ayında Hayykitap'tan yayımlanacak ikinci kitabımda da son araştırmaları açıklayacağım!"
Çocukların geleceğini nasıl etkileyecek?
"Baz istasyonuna ilk 300 m mesafede oynayan çocukların, diğer çocuklara oranla %500 daha fazla kanser olma riski taşıdıkları yine bilimsel araştırmalarla kanıtlandı. Okul, hastane, park gibi alanların çevresinde kesinlikle baz istasyonu ve yüksek gerilim hattı bulunmaması gerekiyor. Bizim ülkemiz maalesef bu konuda da gariplikler ülkesi! Birçok hastane, park ve okul çevresi baz istasyonları ile çevrili.
Anne ve babalar cep telefonunu çocuklara ödül olarak kesinlikle vermemeli! Çünkü bu ödül değil, onların hayatıntan sağlıklarını çalan ölümcül bir alet!
Dikkat edin baz istasyonlarında örümcekler yaşamaz, kuşlar da çevresine yuva yapmaz! Elektromanyetik kirlilik hayvanları ve doğal hayatı da çok olumsuz etkiliyor. Yeni sistem doğal hayatı tehdit ediyor!"
Hangi hastalıklarda artışlar görülecek?
"Kalp ameliyatı geçirmiş olanlar İstanbul gibi büyük metropollerde yaşayamaz hale gelecek. Alerji vakalarında büyük artışlar gözlenecek. İsveç’te yapılan bir araştırmada 3G sisteminin gelmesinin ardından alerji vakalarından büyük artış gözlenmiş. Almanya’da yapılan bir araştırmada da çocuklarda erken ergenlik ve obezite, kadınlarda menopoz sorunlarında artışlar ortaya çıkmış."
Peki, hem çevre hem de insan sağlığını korumak için çözüm ne?
"Cep telefonlarının mümkün olduğunca az kullanılması gerekiyor. Çünkü sağlığa tamir edilemeyecek derecede büyük zararlar veriyor. Mevcut sistem insanları korumuyor. Sigara konusunda devlet ve toplum çok geç uyandı ama artık büyük hassasiyet gösteriliyor. Çok geç olmadan cep telefonu konusunda da aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekiyor. Bunun için, sivil toplum örgütlerine, devlete ve özellikle telefon kullanan vatandaşlara büyük görev düşüyor."

11 Eylül, 2009

SOFRA TUZU MU? DENİZ TUZU MU?



Bu günlerde bir çok yerde Sofra tuzu mu?/Deniz tuzu mu? başlığı ile yazılar okuyorum. Okuduğum yerlerde hepimizin mutfağımızda kullandığımız rafine tuzun gerçekte tuz olmadığı ve kimyasal işlemler ile iyot eklenen bir madde olduğu söyleniyor. Bir başka yerde dünyaca ünlü şeflerin yemeklerinde sadece deniz tuzu kullandığını, böylece yemeklerin hem daha sağlıklı hem de daha lezzetli olduğunu okudum. http://www.realage.com.tr/ artık yoğun şekilde takip edilen bir internet internet sitesi. Dr. Michael Roizen ve Dr. Mehmet Öz’ün yazılarını zaman zaman takip ediyorum. Aynı sitede Sofra tuzu ve Deniz tuzu ile ilgi güzel bir yazı çıktı. Tabiî ki okuduktan sonra hangisini kullanacağımız bizim elimizde. Birde tuz kullanımı konusunda gerçekten dikkatli olmalı ve tuz kullanımımızı ölçüsüzce ve bol keseden yapmamalıyız. Umarım aşağıdaki bilgiler hangisini kullanacağımız konusunda yeteri kadar ikna edicidir.

Sofra Tuzu
Sofra tuzu, doğada kaya halinde bulunan, kimyasal işlemlerden geçirilerek iyot eklenen bir maddedir. Yeraltı tuz yataklarından çıkarılan tuzdan, bu işlemlerden geçtikten sonra elimizde kalan ise sadece ölmüş minerallerdir.

Deniz tuzu ve sofra tuzu temelde aynı besin değerlerini içerir: sodyum ve klorür. Ancak deniz tuzu genellikle daha sağlıklı ve doğal olduğu gerekçesiyle tercih edilir. İki tuz arasındaki asıl fark ise kimyasal yapısında değil; tadında, dokusunda ve geçirildiği işlemdedir.

%100 doğal deniz tuzu mineral açısından zenginliğini korur. Doğal, organik deniz tuzu hala 2000 yıl önce Fransız tuz işçileri tarafından çıkarıldığı yöntemle elde edilir. Taranarak toplanır ve kuruması için güneşte bırakılır. Tüm besin değerleri bozulmadan korunur. Sodyum, klorür, kalsiyum, magnezyum, potasyum ve diğer 90 mineral ilk andaki şekliyle doğal deniz tuzunun içinde bulunur. Bu mineraller bünyelerinde nem barındırırlar ve gri renklidirler. Bu nedenle eğer marketten aldığınız tuz beyaz ve akıcıysa, işlemden geçirilmiştir ve kullanılmamalıdır.

Tuz, hepimizin yakından tanıdığı beyaz, akıcı ve yemeklerimizin olmazsa olmaz tadı. Çoğumuz bir sağlık sorunuyla karşılaşıp doktor tarafından tuz miktarını azaltmamız söylenmediği takdirde oturup varlığı hakkında düşünmeyiz bile.

Şöyle düşünelim. Ağladığımızda gözyaşlarımız tuzludur. Bir yerimiz kesildiğinde kanımızın tadına bakarsak tuzludur. Vücudumuzdaki sıvılar tıpkı bir okyanus gibidir. Tuz hayat kaynağımızdır; ancak vücudumuz tuz üretemediği için bir dış kaynaktan temin etmemiz gerekir. Bu kaynaklar genellikle ya et ya da klasik sofra tuzudur.

Asıl sorun ise vücudumuzun bu işlemden geçirilmiş tuz ile ne yapacağını bilmemesidir. Yıllarca süren tüketimin ardından kalbimiz, böbreklerimiz, kaslarımız ve kemiklerimiz dahil vücudumuzun bir çok bölümü tuz kullanımımızla bağlı olarak sorunlar yaşayabilir. İşlemden geçirilmiş tuz vücudumuzun dengesini bozabilir.

Doğal Deniz Tuzunun Yararları

Doğal deniz tuzu tüketildiğinde, ağza alınır alınmaz tükürükle etkileşime geçer ve sindirilmeye başlar. Ağızda ne kadar fazla mineral olursa sindirim o kadar uzun sürer. Doğal deniz tuzu tansiyonu düşürücü ve vücutta su kaybını önleyici etkisiyle bilinir. Karaciğer, böbrekler ve böbreküstü bezlerinin daha etkili çalışmasına yardımcı olur. Bağışıklık sistemini destekler. Doğal deniz tuzu okyanusun tüm minerallerini içerir.

Vücut sağlığı için doğal deniz tuzu kullanmak çok önemlidir. Günlük tuz miktarının(1500-2300mg sodyum) çok daha fazlasını tüketen bir toplum olarak ileriki yaşlarda sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için dikkatli olmamız gerekir. Deniz tuzu, renkli şişelere koyduğunuz softa tuzu gibi kolay dökülmeyebilir; ancak içerdiği nem ve mineraller açısından vücudunuza çok daha fazla yararı dokunacağı kesin.
Kaynak: http://www.realage.com.tr/

10 Eylül, 2009

Kış Hazırlıkları …

Kış mevsimini sağlıklı bir şekilde geçirmek istiyorsanız vitamin ve mineral deposu sebzeleri sofranızdan eksik etmemelisiniz diyor uzmanlar. Lahana, karnabahar, brokoli ve ıspanak bunlardan sadece bir kaçı. Bir de kışa girmeden önce yapmamız gerekenler var tabii. Örneğin yazdan kalma bu son günlerde, Sonbahar yağmurlar ile birlikte yüzünü göstermeye, Kış yakındır geliyorum demeye iyiden iyiye yüz tutmuşken, bol miktarda domates ve biber tüketmemizin iyi bir kış öncesi hazırlık olduğu da artık bilinen bir gerçek. Her ikisinde de yüksek miktar da C vitamini var. Özellikle çalışan bayanlar bunları kışın tüketmek üzere hazırlayıp deepfreez’e kaldırdıkları zaman, hem zamandan tasarruf edip, hem sağlıklı şeyler tüketiyor, bir de kışın sebze azlığını düşünecek olursak kendileri için bir hayli alternatif hazırlamış oluyorlar. Ben kendi yaptıklarımdan birkaç örneği sizler ile paylaşmak istedim. Şimdiden sağlıklı bir kış geçirmeniz dileği ile……

Taze Fasulye
Birkaç şekilde deneme ile elde ettiğim en iyi sonuç, Taze Fasulyeleri ayıklandıktan sonra, boş bir teflon tencereye mutfak robotunda çektiğim domatesleri ekliyor, onları şöyle bir çevirdikten sonra, ayıklanmış ve yıkanmış fasulyeler ile birkaç dakika (rengi hafif dönene kadar) pişiriyorum. Daha sonra soğumasını bekleyip, uygun poşetler ile deepfreez’e atıyorum. Sonrası malum işten eve geldiğinizde bu yemeği bir de düdüklüde pişiriyorsanız, sizin için bulunmaz nimet oluyor doğrusu.

Taze Barbunya
Benim en sevdiğim yemeklerden birisi taze barbunya. Barbunyalarda ayıklandıktan sonra, uygun poşetler ile deepfreez’e atılıyor, isterseniz yine robottan çekilmiş domatesi de aynı poşete koyabilirsiniz, ama ben domatesleri ayrı saklamayı tercih ediyorum.

Bezelye
Bezelyeleri aslında Mayıs ayı sonuna doğru atmak gerekli idi ama bu da bir kış hazırlığı olduğu için yazmak istedim. Sadece ayıklayıp koyabilirsiniz, rengi daha güzel olsun derseniz ve vaktiniz var ise ki ben bu yolu tercih ediyorum, kaynayan suya atıp hemen alıp (şoklama) soğutabilirsiniz.

Kırmızı Biber
Kırmızı biberleri birkaç şekilde koyuyorum. Bir kısmını sadece ayıklayıp yıkıyorum ve böyle kaldırıyorum, bir kısmını ise közleyip kaldırıyorum. Sivri biber ve köy biberini de sadece yıkayıp poşetler ile kaldırıyorum.

Domates
Domatesleri robottan çekip poşetlere koyarak bir kısmını da soyup, doğrayıp poşetlere koyarak, hatta bazen menemen yapıp sadece yumurta kırılacak halde iken poşetlere koyarak kaldırıyorum.

Patlıcan
Közmatik’de közlemek şimdiye kadar bulduğum en kolay yöntem, sadece közlüyor, ayıklıyor ve dolaba kaldırıyorum.

Kış hazırlıkları ve dolaba koyduklarım yalnızca bunlardan ibaret değil tabii ki, börekler sarıp, köfteler yapıp, yaprak ayıklayıp, daha birçok malzeme ile dolduruyorum dolabı bazen kurabiye, poaça gibi şeyler bile koyduğum oluyor, çok hamarat olduğumu düşünmeyin sakın, sadece böyle şeyler yapmaktan çok keyif alıyorum. Üstelik işten eve geldiğimde yemek hazırlamak ile geçireceğim süreçte böylece çok kısalıyor. Ama bazen sadece buzdolabının deepfreez kısmının bana yetmediğini ve benim dolaptan bağımsız bir deepfreez’e ihtiyacım olduğunu düşünüyorum :)

09 Eylül, 2009

NATURAL MARKA KABUKSUZ KABAK ÇEKİRDEĞİ PİYASAYA SÜRÜLDÜ



Eşim tam manası ile bir kabak çekirdeği fanatiği. Her gün en az bir iki kase haftada yaklaşık 1 kilo kadar kabak çekirdeği tüketiyor. Öyle ki kabak çekirdeği yemediğinde kendini boşlukta ve mutsuz hissediyor. Bu haberi ilk okuduğum da eşim böyle bir habere sevinir mi/sevinmez mi bilemedim (çünkü onun zevki ayıklamakta diyebilir) ama başka kabak çekirdeği fanatiklerinin de olabileceğini düşünerek duyurmak da fayda var diye düşündüm. Natural markası adı altında kabuksuz kabak çekirdeği Bolu Kalite Yem Sanayi tarafından piyasaya sürülmüş. Natural markalı kabak çekirdeği Avusturya kökenli ve altı yıl süren çalışmalar sonrasında yetiştirilebilmiş. Natural markalı kabak çekirdeğinin firma yetkilileri tarafından yapılan açıklamada Kabak çekirdeğinin "Erkeklerde idrar zorluğu ve prostat büyümesinin giderilmesine yardımcı olduğu, özellikle bu çeşit ürünün, bütün Avrupa'da prostat büyümesine etkisinin kanıtlanmış olduğu, E vitamini, selenyum ve çinko bakımından zengin olan kabak çekirdeğinin bağışıklık sisteminin güçlenmesi için iyi bir kaynak olduğu, ayrıca kabak çekirdeğinden tenya ve kurt düşürücü olarak da faydalanılabileceği” belirtiliyor.
Kabak çekirdeği Mineraller açısından çok zengin. Magnezyum, manganez, bakır, çinko ve demir içeriği bakımından da pek zengin. Omega 3 - 6 ve protein kaynağı. B ve K vitamini deposu olan kabak çekirdeğinin kolesterol seviyesini düzenleyici etkisi var. Orijini Avusturya olan Gleisdorfer çeşidi kabuksuz kabak çekirdeğinin en önemli özelliği ise doğal olması ve genleriyle oynanmamış olması imiş. Malum bu zamanda genleriyle oynanmamış ürün bulmak çok zor. İster çerez olarak tüketin, ister salatalarınızda kullanın, ama bir miktarın üstünde tüketilmemesi gerektiği de bilinen bir gerçek…

04 Eylül, 2009

Sıradışı Şifonyerler


Başucunuzda böyle bir şifönyerinizin olmasını istermisiniz bilmem ama, ilginç bir tasarım ...

Kaynak: if it’s hip it’s here

02 Eylül, 2009

ZEYTİNDALI:BİR İYİLİK İMECESİ


ARACISIZ YARDIMLAŞMA
Zeytindalı herhangi bir siyasi görüş, etnik köken, din, dil, mezhep, cinsiyet veya bölge gözetmeksizin sadece yardıma muhtaçlarla, yardımseverler arasında iletişim sağlayarak "İyilik Köprüsü" kurmak amacıyla bir araya gelen gönüllülerin oluşturduğu şu an için sadece ANKARA'da faaliyet gösteren bir yardımlaşma derneğidir.
Dernek yardım toplamıyor, yardım dağıtmıyor ve bağış almıyor. Yardıma muhtaçları deşifre ve rencide etmeden sadece bülten, web sitesi ve telefon aracılığıyla yardımseverlerle buluşturuyor.Böylece yardımseverler, ihtiyaç sahipleriyle doğrudan iletişime geçerek "Kardeş Aile" bağı kurabiliyorlar.

Yukarıda ki bilgileri kendi sitelerinden aldığım gibi aynen yazdım. Zeytindalı’nın çalışma sistemi hakkında ayrıntılı bilgiye, bülten talep ederek, telefon ile yada http://www.zeytindali.org.tr internet adresinden ulaşabilirsiniz.

01 Eylül, 2009

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN ...

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde, terörden arınmış bir dünyada, mutluluğa, huzura, sevgiye, hoşgörüye, kardeşliğe ve evrensel barışa hep beraber kucak açalım!…

MİTOLOJİK HİKAYELER ve NAR



Mitolojiyi severmisiniz? Ya da mitolojik hikayeler dinlemek hoşunuza gider mi? Ben hem okumayı hem de dinlemeyi severim hikayenin arkasından gelen gerçek bilgiyi de. Sanki böyle okuduğum zaman anlatılmak istenen bilgi çok daha kıymetli, çok daha gerçek gibi gelir. Daha önce bir sitede yazı yazıp sizinle hayatı paylaşmaktan habersizken bile zaman zaman bu hikayeleri çeker biriktirirdim. Ara ara bu hikayelerden yazmaya çalışacağım bana kalirsa içlerinde çok güzel bilgiler, güzel hazineler var.

NAR

Hem şifa dolu, hem de bereket simgesi

Mitolojiye göre,

Genç kız babası tarafından tacize maruz kalmaktadır. Bu durumdan bıkan kız kaçıp ölen annesinin mezarı başına gider ve orada intihar eder. Kızın amacı sonsuza kadar saf ve temiz kalabilmektir. Tanrılar, saf ve temiz kalmak için canını veren bu kızın kanından bir ağaç yaratırlar. İşte bu ağaç nar ağacıdır. Kızını taciz eden babaya tanrılar tarafından verilen ceza ise çaylağa dönmektir. Derler ki, çaylağın asla nar ağacına konmama sebebi de budur.

Nar Yunanca da “side” demektir ve Antalya yakınlarındaki antik kente adı da Anadolu’da yaşayan bir kahramanın kızının adından esinlenerek verilmiştir.

Çin de dahil olmak üzere, pek çok kültürde doğurganlığın ve bereketin simgesidir nar. Mezopotamya’da bir erkek aşık olduğu kadının kendisini arzulaması için bir dua eder ve bu duanın içinde nar meyvesi de vardır. Bazı kültürlerdeyse evlenmek üzere olan çiftlere ikiye bölünmüş nar resmi hediye etmek adettir çünkü bu, evliliğin başarılı olması için yapılan iyi bir dilektir.

Narın anavatanı Akdenizdir ama hemen hemen bütün Avrupa’da yaygın olarak yetiştirilir. Çünkü Araplar tarafından İspanya’ya, oradan da bütün Avrupa’ya yayılmıştır. İspanyolca nar granada demektir.

Bereketin simgesi olan nar hepimizin artık bildiği gibi müthiş bir antioksidan kaynağıdır. Düzenli olarak nar suyu içmek tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur. Narın içinde barındırdığı antioksidanlar kanseri önleyici etki yapar. Nar aynı zamanda kalp ve damar sağlığı açısından da önemli bir meyvedir. Narın sadece meyvesi değil çekirdeği ve yaprağı da çok faydalıdır. Nar aynı zamanda C vitamini, potasyum ve demir yönünden zengin bir meyvedir. Nar, çarpıntıya iyi gelir. Mideyi kuvvetlendirir. Et kısmı ile sıkılıp içilirse, safra söker, pekliği giderir.
***Unutmadan Nar soyması zor bir meyve olduğu için, bazen insanların sevmelerine rağmen almadıklarını her yerin battığını duymuştum. Bir de içi su dolu bir kapta ayıklamayı deneyin isterseniz.