30 Eylül, 2010

ELMA ve MİTOLOJİK HİKAYESİ ve FAYDALARI

İLK GÜZELLİK YARIŞMASI
Olympos’taki Peleus’la Thetis’in düğünlerine fesatlık tanrıçası Eris davet edilmemiştir… Fesatlık tanrıçası boş durur mu, davetsiz bir şekilde düğüne gelip masanın ortasına altın bir elma koyuvermiş. Elmanın üzerinde “en güzele” yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus’un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Atena, Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde “en güzele” diye yazan altın elma, karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça… Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Atena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris’in altın elmayı tutan eli kımıldamış… herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs’e doğru uzanmış. Paris üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı Venüs’e vermiştir…

Bir ikincisi ise hepimizin bildiği Adem ile Havva’nın Elma’nın cazibesine dayanamayıp yiyerek cennetten kovulmaları… Dilimize girmiş elma ile ilgili bir çok söz de var tabii, “bir elmanın iki yarısı”, “elmacık kemiği”, “elma dersem çık, armut dersem çıkma”, sözü gibi. En önemlisi ise vücudumuza olan faydaları sanıyorum. Uzmanlar her gün yememizin çok sağlıklı olduğunu sık sık tekrar ediyorlar.

Sağlığa Faydaları

Kandaki kötü kolesterol düzeyini düşürür.
Aşırı iştahı normal düzeye indirger.
Romatizma ve gut hastalıklarına iyi gelir.
Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Cilde güzellik ve tazelik verir.

Elma satın alırken, çürüksüz olmasına ve üzerinde benek olmamasına dikkat edin diyorlar. Aldıktan sonra buzdolabında 2 hafta süreyle saklayabilirmişiz. Yeşil ve sarı renkli elmalardaki C vitamini oranının, kırmızı renkli elmalardaki C vitamini oranından daha fazla olduğu söyleniyor ve yatmadan önce yenilen elmanın, daha rahat uyumaya yardımcı olduğu da. Vitaminlerin kabuğun hemen altında olduğunu, Elmanın da, kabuğunda ve kabuğun hemen altındaki etinde bol miktarda C vitamini barındırdığını biliyoruz. Bu yüzdendir ki Elmayı çok iyi yıkadıktan sonra kabuğuyla birlikte yemeliyiz. Yumuşamış elmaları reçel, komposto, marmelat, kek, tatlı yapımında ve dilimleyip kurutarak değerlendirebiliriz. Bu arada Elma suyunda bulunan "kuersetin" adlı madde, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyormuş. Tam da mevsimi olduğu bu günlerde banakalirsa bolca tüketilmeli…

27 Eylül, 2010

PATLICANLI BÖREK


Malzemeler
6 adet yufka
5 adet orta boy patlıcan
1 adet irice kuru soğan
1 adet domates
2-3 adet biber
1 bardak kadar yoğurt
1 adet yumurta
sıvıyağ
Öncelikle patlıcanlı harcı hazırlıyoruz. 1 adet kuru soğanı biraz yağda hafifçe çevirip, üzerine ince ince doğradığımız biberi ilave ediyoruz. Patlıcanları da ve küp küp doğrayıp ekliyoruz ve kapağını kapatıp, arada bir karıştırarak saldığı suyu çekene kadar pişiriyoruz. Bu arada küp küp doğradığımız kabuğu soyulmuş domatesi de ilave edip, tuzunu, karabiberini ve arzu ederseniz pul biber de ilave edip pişiriyoruz. Yufkaya sürülecek harcı göz kararı yapmak ile birlikte 1 bardak kadar yoğurdu biraz sulandırıp, üzerine yaklaşık 1 çay bardağı kadar sıvıyağ ilavesi yapıyoruz. Ayrandan biraz koyuca hazırladığımız harcı tezgaha serdiğimiz yufkanın üstüne sürüp, üstüne ikinci yufkayı koyuyor ve 8'e kesiyoruz. Yufkanın kenarlarına harcımızdan koyuyor, kalınca bir sigara böreği gibi, yufkalar bitene kadar sarıyoruz. Toplam 24 adet böreğimiz oluyor. Böreği tepsiye dizdikten sonra, kalan harcımıza 1 yumurta kırıyor ve böreklerimizin üstüne sürüyoruz. İsterseniz çörekotu, susam yada haşhaş gibi baharatlarla böreğimizi renklendiribilirsiniz. Patlıcanlı harcımız ile gözleme de yapabilirsiniz. Deneyin banakalırsa çok lezzetli bir börek oluyor.

23 Eylül, 2010

SÜTLAÇ

Havaların yavaş yavaş serinlemeye başladığı şu günlerde daha çok yaza yakışan ama; seviyorsanız yaz-kış demeden yiyebileceğiniz bir tatlı sütlaç. Bir iki başarısız denemeden sonra, bu tarifi portakalağacı'ndan alarak yaptım ve şimdiye kadar hep başarılı oldu. Ben tarçın dökerek yemeyi seviyorum siz fındık, fıstık koyarak ta ikram edebilirsiniz. Güneşin henüz bize gülümsemekten vazgeçmediği şu günlerde banakalırsa deneyin.


SÜTLAÇ (portakalağacı)

Malzemeler:
1 kg soğuk süt
1,5 çay bardağı pirinç
1 litre su
2 yemek kaşığı pirinç unu
2,5 su bardağı toz şeker
üzerine tarçın
Hazırlanması:
1,5 çay bardağı pirinci yıkayıp 1 litre su ile ateşe koyun. Pirinçler uzayıp bıraktığı suyu çekene kadar pişirin. Soğuk sütü ekleyin. 1-2 defa karıştırıp, kaynamasını bekleyin. Bu arada bir kasede 2 yemek kaşığı pirinç ununu (ben 3 yemek kaşığı koyuyorum) 1 su bardağı soğuk su ile ezin. tencerede kaynamakta olan sütten 1-2 kepçe alıp kaseye ekleyin. (pirinç unu ılınmış olmalı) pirinç ununu tencereye ekleyin, ara sıra karıştırarak 10 dakika kadar pişirin. 2,5 su bardağı toz şekeri (şeker miktarını da azaltıyorum) ilave edip karıştırın ve 1-2 taşım kaynatın. Sütlacı kaselere paylaştırın. Soğuyunca üzerlerine tarçın serpin.

21 Eylül, 2010

HAFTA SONU KAÇAMAĞI

Geçtiğimiz hafta sonu uzun zamandır planladığımız üzere Nevşehir'e gezmeye daha doğrusu hem gezmeye, görmeye hem de bir anlamda yazdan kalma şu sonbahar günlerinde belki kış öncesi son bir hafta sonu kaçamağı yapmaya gittik. Nevşehir tarih ve doğa güzelliklerinin iç içe geçtiği, bölgede yaşamış uygarlıkların kültür turizmine kattığı değer, üzümü, şarabı, çanak-çömleği, bez bebekleri, kiliseleri, türbeleri ve daha sayamadığım kadar görülecek güzel yerleri ile bir günde bitirilemeyecek kadar eşsiz turizm cennetlerinden birisi. Biz de bu güzel cennet ilin tek güne sığdırılamayacağını düşünerek iki günde sanıyorum büyük ölçüde gezmeyi başarabildik. İlk durağımız Hacı Bektaş, ve son uğrak noktamız Ihlara Vadisi oldu. Hacı Bektaş dışında ki yerleri (Ürgüp, Göreme, Avonos, …) daha önceleri birkaç defa gezdiğim için sanıyorum aklım Ihlara Vadisinde kaldı. Yaklaşık 14km. olan vadiye gezmek için neredeyse tüm gün ayırmak gerekiyor. Biz Vadiye ayrı bir günde gelip doyasıya gezmek hayali ile kısa bir yürüyüş yaparak bu keyifli hafta sonu kaçamağına hem dinlenmişlik, hem de tatlı bir yorgunluk ile veda ettik. Bu güzel ilin fikir versin diye birkaç resmini ekliyorum ama, eğer kültür turizmini sevenlerden iseniz banakalırsa bir hafta sonu kaçamağı ile gidip gezin derim. Gezilecek tarihi yerler dışında, At ile doğa yürüyüşleri, Yamaç Paraşütü, Termal Turizm, Balonla Seyahat, Çanak-Çömlek Atölyelerinde yapıma eşlik etme, … ve daha aklıma gelmeyen bir çok aktivite sizi bekliyor.

(Ihlara vadisi)

(Ihlara vadisi)

(Göreme)

(Göreme)

(Ihlara Vadisi)
(Asmalı Konak)
(Asmalı Konak)
(Ürgüp)
(Asmalı Konak)
(İncehisar)
(Hacıbektaş)
(Hacıbektaş)


(Hacıbektaş)

16 Eylül, 2010

BOSNALI BİR KIZIN HAYAT ÖYKÜSÜ / LEYLA

Yakın tarihte Sırp vahşetine ışık tutan bir kitap. Leyla Bosnalı küçük bir kızken, Sırplar tarafından esir alınıyor ve yıllarca tecavüz kamplarında akla gelmeyecek eziyet, işkence görüyor. Daha sonra kurtulup Ratko isimli bir Sırpla evleniyor, çocuğu oluyor, ailesini buluyor ama; gördüğü işkencelerden bir türlü kurtulamayıp, insanlara olan güvenini, sevgisini kaybediyor. Bir klinikte gördüğü tedavi onu biraz hayata bağlasa da, ruh sağlığının düzelmesi bir hayli uzun bir zaman alıyor. Yakın tarih ve Balkanlar güzel anlatılmış, hikaye çok etkileyici, gerçek hayat olması tüylerinizi diken diken ediyor ve okurken ürperiyorsunuz. Kitapta beni sarmayan tek şey yazım dili oldu. Her şey günlük gibi oldu, bitti, gördü, geldi,....gibi ifadelerle öyküleştirilmeden anlatılmış. Ama konu çok etkileyici ve güzel. Banakalırsa okuyun derim. İnsan aklı bazen işkencenin boyutunu anlamadığı gibi, bunlar insan olabilir mi? diye düşündüm hep.




BOSNALI BİR KIZIN YÜREĞİNİZİ BURKACAK VE TÜYLERİNİZİ ÜRPERTECEK GERÇEK HAYAT ÖYKÜSÜ
Bosnalı Leyla büyük bir kâbusu atlatmıştı: Bosna’daki toplama kampında geçirdiği iki yılı. Binlerce kadının travma geçirmesine neden olan savaşın karanlık ve baskıcı yüzünü anlatan bir kadın... Onun isyankâr öyküsü ve acıyla dolu dokunaklı kaderi...

“Bu kitabın kapağını açmadan önce, cehenneme açılan bir kapının eşiğinde olduğunuzu bilmelisiniz. İnsan denilen yaratığın bütün kötülüklerini sergiye çıkarttığı bir coğrafyaya, Balkanlara adım atacaksınız… Kadınların beden ve ruhlarının nasıl lime lime edildiğini okurken “insan uygarlığı” denilen barbarlıktan kaçıp, en vahşi hayvanların şefkatli uygarlığına sığınmak isteyeceksiniz.”
-Sydsvenska Dagbladet.

Bu kadar acı ve yürek burkucu bir kitap okumadım. Ağlayarak elimden bıraktığım kitaba her seferinde geri döndüm. Korkunç bir öyküydü. Bir zamanlar basın organlarında Yugoslavya’nın adıyla birlikte duyduğum ‘etnik temizlik’, ‘toplama kampı’, ‘toplu tecavüz’ gibi sözcüklerin ne anlattığını bu kitapla anladım.
-Allt om Böcker


Balkanlarda neler olup bittiğini anlatan sarsıcı bir kitap. Leyla kendisinin ve başka kadınların yaşadıkları cehennemi haykırıyor... Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitirmeden duramıyorsunuz.
-Svenska Dagbladet

Eğer yetkim olsa her okula insanlık dersi diye bir ders koyar ve bu kitabı herkesin okumasını zorunlu kılardım.
-Dagens Nyheter

14 Eylül, 2010

KEÇİBOYNUZU / HARNUP AĞACI MEYVESİ


Bu aralar çok sık olarak Keçiboynuzu ve nelere iyi geldiği hakkında birilerinden bir şeyler duydum. Hiç içmemek en iyisi biliyorum ama; en dikkat çekici bilgi özellikle sigara içenlerin tüketmesi yönünde idi. Eşimden keçiboynuzu almasını isteyip, keçiboynuzu ile ilgili bilgileri okuyup, keçiboynuzu kürünü ve nelere iyi geldiğini öğrenmek için küçük bir araştırma yaptım. İlaç sanayinde kullanılan en büyük etken madde bitkiler olduğuna göre, ilaç olarak yan etkileri ve bir yeri yapıp, diğer bir yere zarar verme özelliklerini düşünürsek en doğal halini tüketmenin en sağlıklı kullanım şekli olduğu kanaatindeyim tabii konu ile ilgili yeterli bilgiye sahipsek. Aşağıdaki bilgileri aldığım sitenin linki daha detaylı bilgi almak isteyenler için faydalı olacaktır. Bitkiler hakkında bilgi edinmek, nasıl uygulandıklarını öğrenmek,.. dışında ben açıkçası eski zamanlardaki kullanımları ile ilgili yazıları bir nevi geçmiş öykülerini okumak ve bu konuda bilgilenmekten de çok büyük keyif alıyorum. Yaz tatilinde Karaburun'da (İzmir) ağacını da yakında görmek fırsatım oldu. Hatta dalından meyvesini de yedik. Pekmezide yapılan keçiboynuzunun halk arasında özellikle nefes darlığı şikayetine iyi geldiği yaygın olarak biliniyor.
Aşağıdaki bilgileri Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu'nun sitesinden aldım umarım sizler içinde faydalı olur.

Kaynak:

http://www.saracoglu.at/bolum.php?name=bitkiler

İngilizcesi her ne kadar “carob” ise de, genelde “St. Johns Bread” olarak bilinir. Almanca’sı da “johannisbrot” dur. Her iki lisanda da “Yakup Peygamberin Ekmeği" anlamına gelir. Yakup peygamberin çölde ekmek yerine tükettiği bir meyvedir. Yaklaşık 5000 yıldan beri bilinen bir meyvedir. Birkaç yüzyıl öncesine kadar yapılan tatlılarda ağırlıklı olarak harnup kullanılırdı veya şeker yerine yenilirdi. Günümüzde beyaz şeker üretiminin başlamasıyla bu kültür ve sağlıklı beslenme yapısı yok olmuştur. 1930'lu yıllarda İspanya’daki savaş esnasında çocukların sağlıklarını koruyabilmelerinde keçiboynuzu tüketiminin önemi çok büyük olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların işgalinde olan Yunanistan adalarında yaşamakta olan halk açlık tehlikesini keçiboynuzu sayesinde aşmıştır.

Harnup ağacı ilk onbeş yıl hiç meyve vermeyen bir ağaçtır. Yetişkin bir ağaç 1000 kiloya kadar meyve verebilmektedir. Keçiboynuzunun içerdiği çekirdeklerin her biri 0,2 gram gelir. Bu çekirdeklerin ebatlarına bakılmaksızın her biri aynı ağırlıktadır. Yani, tek bir harnup çekirdeği 0,2 gram ağırlığındadır. Bu 0,2 gram ağırlık neden bu kadar mühim diye soracak olursanız, cevabı eski çağlara kadar dayanır. Antikçağda ve daha öncesinde altın ve kıymetli taşları hassas olarak tartabilmek için keçiboynuzunun çekirdekleri kullanılmıştır. Günümüzde de 0,2 gramın karşılığı 1 Karat olarak kullanılmaktadır. Kıymetli taş veya metal satanların kullandıkları 1 Karat buradan gelmektedir. Karat kelimesi keçiboynuzunun (harnup) Latince adı olan “Ceratonia”dan türetilmiştir. Beş tane keçiboynuzu çekirdeği 1 gram ağırlığındadır.

Migren şikâyeti olanlar genelde çikolataya karşı açlık duymaya başladıklarında migren ağrılarının başlama devresine girmişler demektir. Unutmayınız ki, çikolatanın temel maddesi kakaodur. Harnup kakaoya karşı alerjisi olanlara ideal bir alternatif çözüm getirmektedir. Eğer kakaoya karşı alerjiniz varsa, keçiboynuzunu rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Unutmayınız ki, kakao vücudumuzda alerjiye neden olan antikor üretimine sebep olmaktadır. Bu nedenle alerjiye yatkınlığı olanların veya alerjik reaksiyonları olanların kakao tüketiminde ölçülü olmalarını tavsiye ederim.

Kür 1: Genel nefes darlığı, alerjik nefes darlığı ve soğuk alerjisi durumunda

Orta büyüklükteki keçiboynuzundan 6-7 tanesini önce soğuk su altında yıkayınız. Daha sonra bunları küçük küçük (3-4 cm uzunluğunda) kırarak, kaynamakta olan yarım litreye yakın suyun içine atınız. Hafif ateşte 7-8 dakika kaynatınız. Soğuduktan sonra süzerek suyunu cam şişeye doldurunuz. Buzdolabında en fazla üç gün beklete- bilirsiniz.

Hergün sabah kahvaltısı arasında ve akşam yemeğinden önce bir çay bardağı içilir. Yaklaşık yarım litre olarak hazırladığınız keçiboynuzu suyu üç gün buzdolabında bozulmadan korunabilir. Her üç günde bir, taze olarak hazırlamanız gerekecektir. Hiç ara vermeden 20 gün uygulayınız. Yirmi gün tamamlandıktan sonra aynı şekilde hiç ara vermeden 15 gün devam ediniz. Onbeş günlük kürü uygularken bir çay bardağı içerisine bir küçük çay kaşığı bal ilave edip karıştırınız, sabah kahvaltınız arasında ve akşam yemeğinden önce birer çay bardağı içiniz. Keçiboynuzu kürünü uygularken sabah kahvaltınızda ayrıca bal tüketmeyiniz.

Dikkat: 5 ile 12 yaş arasındaki çocuklarda nefes darlığı veya alerjiye bağlı nefes darlığı söz konusu ise, bu taktirde uygulama 1’ e göre sadece bir çay bardağı sabah kahvaltısı arasında içilecektir. Akşam yemeklerinde içilmeyecektir
Dikkat: Bu kürü uygularken kahvaltıda ayrıca bal tüketmeyiniz. Daha güçlü olur diye bir çay kaşığından daha fazla bal ilave etmeyiniz.

Kür 2: Akciğer kanserini önleyici olarak

Kür 1 den en önemli farkı ve dikkat edilmesi gereken nokta kaynama süresidir. Soğuk su altında 6-7 adet keçiboynuzunu yıkadıktan sonra 600-650 ml (yarım litreden biraz fazla) kaynamakta olan suyun içine kırarak atınız. 3-4 dakika hafif ateşte ağzı kapalı olarak kaynadıktan sonra 20 dakika soğumaya bırakınız. Yirmi dakika sonra harnup parçalarını temiz bir kaşık ile kabın içerisinden çıkartınız. Soğuduktan sonra temiz bir kaba suyunu alınız. Her ay 4 gün, sabah ve akşam birer çay bardağı içilir.

Kür 3: Hareketli sperm sayısını ve kalitesini artırıcı ve de erkeklerdeki iktidarsızlığa karşı

Kaynamakta olan yaklaşık yarım litre suya 6–7 adet keçiboynuzunu küçük küçük kırarak atınız. Ağzı kapalı olarak hafif ateşte 3 dakika kaynatınız. Kaynama süresi tamamlandıktan sonra ocağın altını kapatınız ve 20 dakika dinlendiriniz. Dinlenme süresi tamamlandıktan sonra kaşıkla keçiboynuzu parçalarını çıkartınız. Soğuduktan sonra yarısını sabah aç karna, diğer yarısını da akşam yatağa giderken içiniz. Bu uygulamaya bir hafta boyunca her gün devam ediniz. Birinci haftadan sonra 3 ay boyunca her gün akşam yatağa giderken bir su bardağı içiniz. Daha sonraki aylarda zaman zaman uygulayınız.

Kür 4: Akciğer ödemine karşı

Kaynamakta olan yaklaşık yarım litre suya 6–7 adet keçiboynuzunu küçük küçük kırarak atınız. Ağzı kapalı olarak hafif ateşte 6 dakika kaynatınız. Kaynama süresi tamamlandıktan sonra ocağın altını kapatınız ve 15 dakika dinlendiriniz. Dinlenme süresi tamamlandıktan sonra kaşıkla keçiboynuzu parçalarını çıkartınız. Soğuduktan sonra üçte birini sabah aç karna, üçte birini öğlen aç karına, son kalan üçte birini de akşam yatağa giderken içiniz. Bu uygulamaya bir hafta boyunca her gün devam ediniz. İkinci haftadan itibaren haftada dört gün ödem tamamen bitene kadar kür uygulamaya devam edilir.

13 Eylül, 2010

KÜTÜK DEYİP GEÇMEYİN ...








Küçük ve yapımı basit gibi görünen aksesuarlar bile evlerimizi hem şık, hem farklı, oldukça doğal gösterebiliyor. Bahçede bir köşede unutulmuş ağaç kütüğünü yada ağacın kurumuş olan kalınca bir dalını resimlerdeki gibi kullanmak kaçımızın aklına gelir bilemiyorum ama, hayal ettiğimiz evler için bu resimler belki aklımızın bir köşesine birgün kullanılmak üzere yer edebilir. Geçenlerde bir televizyon programında adını hatırlamadığım bir tiyatrocunun evini tanıtırlarken çok hoş antika bir yatağın sadece başından ve kenarlarından inanılmaz güzel ve şık ayaklı ve duvara sabit bir ayna altı, bir şifonyer ve bir yatak başı hatta perde üstüne çok şık bir dekor yapıldığını seyredip bir yatağın sadece kenar ve baş kısmından neler yapılabileceğine tanık olmuş ve hayal gücünün böylesine gerçekten hayran olmuştum. Aynı hanım eskiden kiler olarak kullanılan bol çekmeceli bir dolabı da yatak odasına almış antika, klasik ve modern her şeyi bir güzel harmanlayıp bir başka evde benzerini dahi göremeyeceğiniz çok hoş bir takım haline getirmiş. Resimlerdeki askılar herkesin zevkine yada evine hitap etmeyebilir ama; çok eski diyerek atmaya kalkıştımığız bir dolap, şifonyer, bir sandık yada buna benzer daha sayamadığım bir çok eşya için banakalırsa atmadan önce son bir kez daha düşünün derim.

02 Eylül, 2010

DİKKAT ELEKTROMANYETİK ALAN !!!

Aşağıda ki yazı gerçekten günümüzde önemli ve yaygın olarak kullandığımız aletler olan bilgisayar, cep telefonu, telsiz telefon … gibi aletleri kullanırken hepimizin dikkatli ve bilinçli olması gereken bir konuyu anlattığı için paylaşmak istedim. Bir çoğumuzun bu tür bilgileri kulaktan duyduğumuzu ama tehlikenin farkında olmadığımızı düşünüyorum. Açıkçası kendim adına kızıma cep telefonu vermiş olmaktan dolayı, bu tür yazıları okudukça hem çok pişmanım, hem onunla ilgili en büyük hatamdı diye düşünüyorum. Madem ki bu hatayı yaptım hiç değilse ona bilinçli bir kullanıcı olmaya dair gerekenleri de anlatayım. Banakalırsa siz okuyun, etkileyici biz yazı.

DIKKAT . . . ELEKTROMANYETIK ALAN ! ! !

Bu yazıda dikkate alınması gereken ciddi konular var . . .

Ben, Doç. Dr. Ayşegül YILMAZ'. Sizlere çok önemli uyarılarım var.

Elektromanyetik Alan" konusunda doktora yapmış bir kişiyim.

Öncelikle dizüstü bilgisayarların ki asla ve asla kucağınızda, dizinizin üstünde kullanmayın.

En çok manyetik alanı saç kurutma makinesi ve ütü yayar (bu aletleri kullanırken acele edin, işinizi çabuk bitirin.

"Yatak odalarında televizyon, bilgisayar ya da cep telefonu bulunması tahmin edemeyeceğiniz kadar zararlıdır. Havayı iyonize eden elektromanyetik alan yüzünden çoğu zaman bir koku ile algıladığımız ancak gözle göremediğimiz elektrik yüklü parçalar havada asılı kalırlar. Saatlerce havalandırsanız bile tam olarak ortamdan süpürülmezler, her nefes aldığınızda ciğerlerinize bu parçaları çekiyorsunuz demektir.

Elinizin hemen altındaki klavye ve Mouse ise her hareketinizde elektrik sinyalleri gönderir. Mutlaka kablolu mouse kullanınız. . Aynı şekilde uzun süreli klavye ve mouse kullanımı maalesef bilekleri ve eli deforme etmektedir. "RSI (Repetitive Strain Injury)" denen sürekli aynı bedensel hareketlerin tekrarıyla oluşan eklem rahatsızlıkları ve "Carpal Tunnel Sendorumu (tekrar eden hareket sendromu )" ciddi sonuçları olan ve ameliyat gerektirebilen hasarlar verirler.

Lazer baskı yapan yazıcılar, çalışmaları sırasında ozon gazı üretirler. Uzmanlar kanser ve bağışıklık sistemi hastalıklarının, manyetik alanın zayıflattığı bünyelerde oluştuğunu söylüyorlar. Mesela çoğumuzun kullandığı Bluetooth kablosuz bağlantısı için HP firmasının resmi kitapçığı "lütfen sağlığınız için bir metreden kısa mesafede Bluetooth kullanmayın” diyor.Eğer bütçeniz yetiyorsa LCD dediğimiz ince ekranlardan alın. Bunun radyasyon seviyesi daha düşüktür.Bilgisayar kasanızı bedeninizden uzak tutun. Kabloları mümkün olduğunca uzun tutarak çevrenizdeki boş alanı uzatın, Bilgisayar masanızı metal aksamdan değil, ahşap ve elektrik yükü tutmayacak şekilde oluşturun.

Bilgisayarınızın bağlı olduğu prizimutlaka topraklı yaptırın. Günde bir kaç saatten fazla keyif, oyun ve web gibi zorunlu olmayan aktiviteler için bilgisayar karşısında zaman harcamayın. Son olarak, bilinen tüm elektronik cihazlarda elektromanyetik alanı yakalama becerileri yüzünden özellikle ametist kristalleri kullanmanızı ve bilgisayarınızın yakınına koymanızı önereceğim. Bu ametist kristalleri belli aralıklarla deniz suyuyla topraklandıklarında elektrik yükleri sıfırlanarak gereken koruma alanını sağlamaya devam ederler." Sevgili okurlar, ben şahsen Balıkesir Dursunbey Güğü Köyü'nde çalışırken, köyde ametist madeni olması nedeniyle, bol miktarda ametist kristali edinmiştim.

VE EN ÖNEMLİ KONU: . . . Eğer acil servis doktoru falan değilseniz, cep telefonunuz uyuyacağınız odada asla açık olarak kalmamalı. Gece siz uyurken Yatak Odanızdan en az 10 metre uzakta olmalıdır!!!!

Yapılan araştırmalara göre 20 dakika boyunca cep telefonu ile kesintisiz konuşanların, bir sağlık kuruluşunda beyin kontrolünden geçmesi gerekiyor. Nitekim telefon ile konuşurken sınırı aştığınızda hep başınız ağrır.. Unutmayın ki , konuşurken de telefonun patlama gibi bir tehlikesi vardır . . . Mutlaka KULAKLIK KULLANIN ! ! ! Telsiz telefonlarda da benzer tehlikeler mevcut, ev telefonunuz telsizse değiştirin, kablolu alın. Çamaşır ve bulaşık makineleri çalışırken yanında durmayın ( mesela bulaşık makinesini çalıştırıp yanındaki masada keyif çayı içmeyin veya masa keyfi yapmayın ), çünkü çok manyetik alan yayarlar. Özellikle çamaşır makinesinin, çamaşırları döndürme aşamasında hemen uzaklaşın...

Son olarak; kullanmadığınız aletleri fişten çekin. Yapılan araştırmaya göre, "stand by" da yani bekleme modunda kalan aletler, gene elektrik tüketiyorlar. Ve ABD'de bekleme modunda tüketilen elektriğe " vampir elektrik" deniliyor. Bu da gösteriyor ki elektronik aletler fişten çekilmediği, en azından güç düğmesinden kapanmadığı sürece bizim için tehlike yaymaya devam ediyor...

Tüm bu aletlerin neden olduğu masraf ve küresel ısınma yetmiyormuş gibi, bizi de tüketiyorlar yavaş yavaş..