28 Aralık, 2010

MURATHAN MUNGAN / YENİ YIL MESAJI


Mırıldandıklarım

Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"içtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
senin ve benim, yani bizim için...
Murathan Mungan


Sabah sabah işe geldiğim ilk dakikalar, odamı bir telaş toplayıp, kahvaltımı ederken, sıcak bir bardak çay eşliğinde kendime çaldığım zamanlardan bu günkü dar zamanda bir kaç şiir okuyup, bloğuma yılbaşı mesajı ne yazsam diye düşünürken, bu şiire takıldım kaldım... Koskoca bir yılın en iyi muhasebesi sanıyorum insanın kendini eleştirebilmesinden geçiyor. Hep bana demeden, hep ben demeden, ben neler yaptım, hatalarım neydi, mutluluğu ne kadar yakalamayı becerebildim demek. Ben, kendim, kızım, eşim adına, önce sağlık istiyorum. Hepimiz için sağlık, huzur, mutluluk (aslında mutlu olmayı bilmek), dostluk, kardeşlik ve yüreklerimizin paylaşmayı bilecek kadar kocaman olmasını,... diliyorum. Umarım 2011 yılında her şey gönlünüzce olsun. Banakalırsa sizde şairin dediği gibi kendinize bir yeni yıl kartı yazın ve kendiniz için herşeyin en iyisini dileyin.

27 Aralık, 2010

MANDALİN VE PORTAKALLI TARİFLER ETKİNLİĞİ

İlk defa bir etkinliğe katılıyorum. Etkinliği görünce, aklıma Portakallı Haşhaşlı Muffin tarifim geldi... Yıldız arkadaşımıza etkinliğe olan katkısı ve bize bu etkinliği duyurup, ev sahipliği yaptığı için teşekkürler. Bilgiler aşağıda, katlımak isteyen arkadaşlara duyurulur.

HOBİDÜNYAM tarafından düzenlenen

yemek etkinliklerinin mandalina ve portakallı lezzetler *9* " Etkinliğine

ben http://mandalincikmazi.blogspot.com/ ( Yıldız ) ev sahibeliği yapacağım

30Aralık-20 Ocak tarihleri arasında düzenlenen etkinliğime katılmak için dilediğiniz çeşitte mandalin ve portakallı tarifler hazırlayıp resmiyle birlikte tariflerinizi blogunuzda yayınlayıp bana isim, tarif adı ve blog adresinizi belirterek mail atmanız yeterli olacaktır. Blogu olmayan arkadaşlar da katılabilirler hepinizi bekliyorum.

mandalincikmazi@hotmail.com

Ayrıca bu davetiyeyi ulaştırabildiğim, ulaştıramadığım herkes etkinliğimize davetlidir.Davetiyeyi ulaştıramadığım arkadaşlarım olursa lütfen kusuruma bakmayın hepinize ulaşmaya çalışacağım.

22 Aralık, 2010

AŞURE ZAMANI VE DEĞİŞİK KÜLTÜRLERDE AŞURE


Tam da Aşure zamanı, evlerde çeşit çeşit bol bol yapılırken, herkes malzeme alma, yapma, dağıtma ve tabii ki tüketme derdine düşmüşken, eşim bile annem ne zaman yapacak bol yapsın diye beklerken, aşağıda ki adreste bu güzel yazıyı okudum ve öyle güzel, öyle çeşitli, farklı kültürlerde, farklı yapımlarını anlatmışlar ki hemen sizinle de paylaşmak istedim. Madem Aşure bolluk ve bereketin aşı, banakalırsa sofralarımız bolluk ve bereket dolu olsun ki olmayanlar ile de paylaşabilelim.

http://www.sofra.com.tr/


AŞURE
Bolluk ve bereketin paylaşımı
BOLLUĞU, bereketi, paylaşımı çağrıştıran geleneksel bir tatlımızdır aşure… İslamiyete göre Hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem, "Aşure Ayı" olarak kabul edilirken, Muharrem'in 10'uncu günü ise Aşure Günü olarak kutlanır. Bu yıl 6 Aralık'a rastlayan Aşure Günü, Müslümanlıkta birçok açıdan önem taşımasının yanında, bu bereket yemeği başka dinlerde ve kültürlerde de farklı anlamlara sahip.

Aşure, hepimizin sevdiği, ikram edilince "Hayır" diyemediğimiz popüler bir tatlı…
Geleneksel olarak Kurban Bayramı'ndan sonra gelen Muharrem ayının 10'uncu günü pişirilip dağıtılıyor. Aslında Müslümanların kamerî (ay) takviminin birinci ayı Muharrem ayı. Muharrem ayının 10'uncu günü neler neler olmuş; İlhan Eksen'in "Çok Kültürlü İstanbul Mutfağı" kitabından öğrenelim: Aşere sözcüğü Arapça'da 10 sayısı anlamına geliyormuş. İnanışa göre büyük tufanda Nuh Peygamber ve yanındakiler gemiden 10 Muharrem'de çıkmışlar. Karınlarını doyurmak için de gemide arta kalan malzemelerle bir yemek pişirmişler. Ve doğal olarak tatlıyla tuzlu karışmış yemekte ama lezzetli bir şey çıkmış ortaya. Urfa'da ateşe atılmak istenen Hz. İbrahim, yine Muharrem ayının 10'uncu günü kurtulmuş ateşten… Yakup Peygamber, oğlu Yusuf'a Muharrem ayının 10'uncu günü kavuşmuş; Tanrı, Hz. Musa'yı bu günde kurtarıp Firavun'u boğdurmuş. Asırlar sonra, yine Muharrem ayının 10'uncu gününde Hz. Muhammed'in torunu, Dördüncü Halife Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin de, Kerbela'da pınar başında su içerken şehit edilmiş.

İlhan Eksen ilginç bir saptama yapmış ve Yahudilerin de kamerî (ay) takvimlerinde birinci ay "Tışri" imiş ve onlar da bu ayın 10'uncu günü oruç tutup "Yom Kipur" (Kefaret Günü) bayramını kutluyorlarmış.

Ermeniler aşureyi Noel'de pişirirken, Rumlar cenazede pişiriyorlarmış. Bakın Agos gazetesi editörlerinden Sarkis Seropyan, İlhan Eksen'e ne güzel anlatmış aşure törenini… Ermeni evlerinde aşure yalnız yılbaşında ve Büyük Perhiz döneminde yapılırmış. 31 Aralık (Yılbaşı) ile 6 Ocak (Hz İsa'nın doğumu) arasında pişermiş ve bir tören havasında yapılan aşure muhakkak "Gelin" olurmuş! Aşurelik buğday iyice haşlandıktan sonra yoğurt yapar gibi bezlere, havlulara, elbiselere, çarşaflara sarılır, evin baş köşesine konurmuş. Üstelik bir de evdeki çocuklar üzerine kendi giysilerini koyarlarmış ki gelin olan aşure üşümesin! Aslında buradaki amaç, iyice pişen buğdayın soğumasını geciktirerek özünü tamamıyla suya vermesini sağlamak tabii.

Aşure'ye Neler Konulur?

Gelelim aşurenin içerisine neler konacağına… Eski İstanbul evlerinde en az yedi cins erzakla pişermiş aşure… Kerbela olayını anmak isteyenler ise hem oruç tutar, hem de malzeme sayısının "12 İmam"a atfen, 12 olmasına dikkat ederlermiş.

Aylin Tan'ın 29 Şubat 2004'te Cumhuriyet gazetesinde yazdığına göre, bazıları da 40 çeşit malzeme koyuyormuş aşureye… 40'ı tamamlayamayanlar için şöyle bir kolaylık sağlanmış: "Kırkı tamamlayamayan bir kaşık bal koysun. Nasıl olsa arılar kırk tür çiçeğin nektarını almıştır."

Aşureyi sadece pişirmeyeceksiniz, bir de dağıtmanız gerekir. Kimisi en az içerisindeki malzeme sayısı kadar eşe dosta dağıtırken, kimisi sadece yakın komşulara dağıtıp bu geleneği sürdürüyor. Kudret Emiroğlu'nun yazdığına göre bu konuda Yıldız Sarayı çok bonkörmüş… Aşure dağıtılırken küçük kase getirene kaseyle, kocaman gaz tenekesi getirene tenekeyle dağıtırlarmış aşureyi…

Müjgan Üçer'in yazdığından öğrendiğimize göre Divriği'de aşureye "Tatlı aş/dadlaş" derlermiş. Benzer şekilde Ermeniler de "Anuş abur / tatlı çorba" diyorlar. Ermenilerin yaptığı aşurenin içerisine nohut, fasulye, börülce girmiyor. Sadece aşurelik buğday ve meyve kurularından yapılıp, üzeri ceviz ve narla süsleniyor. Rumlar ise "Koliva" dedikleri "Susuz aşure"yi buğdayı iyice haşladıktan sonra, suyunu gidermek için bezlere serip, daha sonra kimyon, tarçın, kişniş, üzüm, ceviz, fıstık, badem, dövülmüş bisküvi ile karıştırıp, üzerine bol pudraşekeri serpip mezarlıkta dağıtıyorlar.

"Peygamber çorbası" veya "Muharrem aşı" diye de isimlendirilen aşureye, İstanbul'da aşurelik buğday, nohut, iç bakla, fasulye, börülce ve pirinç konuyor. İndirmeye yakın ise kayısı, kuru üzüm, kestane, ceviz, fındık, badem, antepfıstığı konuyor. Yüzü ise nar taneleri ve tarçınla süsleniyor. Aslında bu tarif, Gaziantep usulü aşureyle büyük benzerlik gösteriyor. Yalnız Antep'te geleneksel olarak şeker yerine üzüm pekmezi kullanılırken, günümüzde tatlılık ayarı şekerle yapıldıktan sonra, o geleneği devam ettirmek için birkaç kaşık pekmez, hatta bal koyuluyor. Üzerine ise mutlaka "Mayana" denilen dövülmüş rezene serpiliyor. Burada rezene kullanımının amacını, Ayfer T. Ünsal şöyle açıklıyor: "Aşureye giren çoğu malzeme gaz yapıcı, rezene ise gaz giderici bir bitki."

15 Aralık, 2010

AĞIZDA DAĞILAN POAÇA

Genellikle mayalı poaçaları çok sevmeme ve yapmama rağmen, bu poaça'nın ağızda dağılması ve taze iken çok güzel olması sanıyorum daha sık yapmama neden olacak.Tarifi internetten almıştım, bu sefer yanına kimden aldığımı yazmayı unutmuşum. Tarifi yayınlayan arkadaşın ismini yada sitesini bilmemekle birlikte emeğe saygıdan ve bu güzel tarifi bana kazandırmasından dolayı teşekkür etmek istiyorum. Özellikle ilk piştiğinde gerçekten de adına yakışan bir gevrekliği ve ağızda dağılması var. Çay saatlerinize ayrı bir keyif katacağını düşündüğüm bu poaçaları banakalırsa siz de deneyin.



Malzemeler:
200 g margarin
1/2 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı yoğurt
2 adet yumurta (1 yumurta+1yumurtanın akı içine, 1 yumurta sarısı üzerine)
1 paket kabartma tozu
1/2 çay kaşığı karbonat
6 damla limon suyu
1 tatlı kaşığı tuz
Aldığı kadar un (Yaklaşık 6-7 su bardağı)

İçi İçin:
Beyaz Peynir
Maydonoz

Yapılışı:
1. Margarini kaynatmadan eritin, ılınması için biraz bekletin. İçine sırasıyla sıvıyağ, yoğurt, yumurta, tuz ekleyin. Elinizle 4-5 kere karıştırın. Kabartma tozunu koyun ve üzerine limon suyu sıkın, karbonatı ilave edin.
2. Elenmiş unu ekleyin ve yoğurun. Kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yaparak iyice yoğrun.
3. İstediğiniz büyüklükte parçalar koparıp elinizde yuvarlayın. Ortasından bastırıp peynir veya doğranmış zeytin koyarak kapatın. Yağlanmış fırın tepsisine dizin.
4. Üzerlerine yumurta sarısı sürün, susam ve çörek otu serpin. 190 derece fırında kızarıncaya kadar pişirin.

13 Aralık, 2010

KARLI GEÇEN HAFTASONU VE YAYLA ÇORBA


Cuma akşamı başlayan kar yağışı ile Ankara bembeyaz bir Cumartesiye açtı gözlerini. Sizde de olur mu bilmem ama ben tutacak/tutmayacak, her yer buz olur, ayaz olur şimdi, eriyince çamur, trafik diyenlere inat büyük keyif alıyorum karın hem yağışından, hem de getirdiği keyfi zaman zaman fazlası ile götürmesinden. Bana göre kış ve soğuk olmasa, bahar bu kadar coşku ve keyif veremez ki insana, kar yağmasa, sıcacık bir kase çorba, dumanı üstünde kahve/çay...., insanı bu kadar mutlu edemez ki. Bu gün sabah servise yetişme telaşı ve dikkatli yürüme çabası içinde iken, havanın bir hayli soğuk olduğunu ve iki gündür evden hiç çıkmadığımı fark ettim. İki gün hem yorucu, hem telaş içinde ve Durucuğu beklemek ve Durucuğu(yeğenim) uğurlamak ile geçti. Daha önce söylemeye fırsat olmadı biliyorum son bir/bir buçuk aydır yürüyor. Her şeyi anlatıyor ve anlıyor, ama konuşmuyor henüz (bir-iki ufak tefek söz dışında). Eşim ve beni inanılmaz mutlu ediyor, bir bebeği özlemenin ve onun verdiği keyfi yaşamanın mutluluğu ile bir daha ki görüşmeye kadar Duru sayıklayıp duruyoruz. Eve hareket getirmesi, yüzümüzü güldürmesi..., bir tarafa inanın evin kokusunu bile değiştiriyor.

(Bakmayın siz bebek dediğime artık 17.5 aylık oldu bizim prenses)

Miss gibi bebek kokusu yayılıyor ortalığa. Sürekli ayağımızın dibinde dolanıyor en güzel sesi ve gülüşü ile (babba, babba). Biraz muzurluk yapacak olsun inanılmaz bir şirinlik ile gülüyor ve sizi de güldürmeye çalışıyor. En son öğrendiği şey ise uykusu geldiğinde size öpücük gönderip el sallaması. Her şeyi ıh ıh, diyerek anlatıyor. Onun hakkında yazacak çok şey var ama, bunlar bir çırpıda aklıma gelenler. Dilerim bahtın güzel olsun küçüğüm, yüzün hep gülsün, sağlıklı ve mutlu ol.

Kar, buz, soğuk ve durucuk derken az kalsın çorba tarifimi vermeyi unutuyordum. Yayla çorba çoğumuzun mutfağında pişen, özellikle annelerimizin çok yaptığı, zaman zaman sorun çıkarsa da severek tükettiğimiz bir çorbadır. İlk yaptığım dönemlerde bir iki defa kesilmişti ama, sora sora püflerini öğrendim, artık sorun olmuyor. Yayla çorbanın altını söndürmeye yakın tuz koyar iseniz, tencerenin kapağını hemen kapatmaz ve yoğurdu soğuk suya eklerseniz genellikle hiç problem olmuyor. Aslında gözkararı yapmak ile birlikte tarif vermeye çalışacağım.



YAYLA ÇORBA

1 çay bardağı pirinç
4-5 kaşık yoğurt
1 yumurta
2-3 kaşık un

Yoğurt, yumurta ve unu çırpıcı ile çırpıp hazırlıyorum. Bir tencereye yaklaşık 2 bardak kadar su ve pirinçleri ilave edip, pirinçler biraz pişene kadar kaynatıyorum. Daha sonra 4-5 bardak soğuk su ilave edip, çırpıcı ile karıştırarak yoğurt/yumurta/un karışımını ekliyor ve kaynayana kadar karıştırmaya devam ediyorum. Kaynadıktan sonra altını kısıp, tuzunu ekleyip, özleşene kadar pişiriyorum. Servis etmeden önce, tereyağ, pul biber ve nane hazırlayıp, üstüne döküyorum. Hem besleyici, hem içinizi ısıtıp, miss gibi kokan bu çorbayı yapanlar zaten bilir, yapmayanlar da banakalırsa bir an evvel denesin.

07 Aralık, 2010

SARI ÜZÜMLÜ-TAVUKLU PİLAV


Ben ne yalan söyleyim aslında kuru üzümden (sarı-siyah hiç farketmez) çok hazzetmem. Hatta öyle ki kekin içinde olursa onları temizler öyle yerim. İş yerinde bir kaç defa büyükçe et parçaları ve kuş üzümü ile Ankara Tava yapıldığını ve başka arkadaşlarımın yediğini gördüm ama, kuş üzümünü de pek sevmediğim için yemeye hiç niyetlenmedim. Sonra kısa zaman önce Ankara tavanın sarı üzüm ve büyükçe tavuk parçaları ile yapıldığını gördüm ve sarı üzümlerini yemem ayırırım diye düşünürken ya o gün çok acıkmıştım yada ne bileyim çok hoşuma gitti ve inanılmaz sevdim. Sonrası malum, ben bunu evde de yaparım, bakalım evdekiler sevecek mi, nasıl yapsam derken,... ikinci seferdir yapıyorum ve evde de beğendiler diyebilirim. Üzümü birazcık ıslattıktan sonra, yağda tavuğu ve pirinci kavurup, üzümü de ilave edip, pilavı bu şekilde pişirdim. Biraz yumşak geldi bana, bir daha ki sefere üzümü de tavuk ile yağda çevirip pişirmeye deneyeceğim. Banakalırsa deneyin derim, özellikle üzüm sevenler için güzel bir yemek oldu. Tarif ve ölçü yazmıyorum çünkü; hepimizin bir pilav yapma şekli ve gözkararı da olsa ölçüsü vardır.

02 Aralık, 2010

ARKA-TAŞ/ARKADAŞ VE TEŞEKKÜR ....


Eski Türklerde Askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için; bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.

Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde

dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.

Güzel ve anlamlı, zaten bir çoğumuzun da bildiği bir yazı. Arkadaş hepimizin hayatında, önemli yeri olan bazen yanlış seçimler yapsak da doğru kişi yada kişileri bulduğumuzda gerçekten bence bu dünyada sahip olabileceğimiz en önemli şeyler listesinin baş sıralarında yer alması gerekenlerden. Yukarda ki yazı mail ile geldi, daha öncede birkaç defa okumuştum, okurken aklıma Mevlana’nın aşağıdaki şiiri, “Ahretlik” dediğim arkadaşım, yol arkadaşım, hayatıma giren çıkan arkadaşlar,… ve blog sayesinde tanıdığım, yüzlerini görmediğim, ama özellikle bazılarını görmeden de sevip, iletişim kurulacağını düşündüğüm sanal arkadaşlarım geldi. Yorumlarınızı okuduğumda uzaktan gelen ve beklenen bir mektup okumuş gibi sevindiğimi fark ettim. Yıllar önce iş yerinden bir arkadaşım “siz telefon ile konuşurken bile gülümsüyorsunuz ve ben bu olumlu elektriği çok net hissediyorum” demişti. Düşündüğümde doğru olduğunu fark ettim. İnsan gerçekten telefon ile konuşmak bir tarafa, sadece yazıştığında bile karşısındaki insanın, hüznünü, gülümsemesini, sıkıntısını, sevincini,… tüm olumlu, olumsuz mesajlarını alabiliyor. Bu yazıyı bir nevi teşekkür yazısı kabul edin, siteye girerek beni teşvik ettiğiniz, yorum bırakarak mutlu ettiğiniz, siteye üye olduğunuz, hatta sadece şöyle bir ziyaret ettiğiniz için. Umarım hepimizin hayatında kötü günde sırtımızı dayayacak, sevinç ve kederimizi paylaşacak ve bir bakıştan anlayacak kadar bol demeyeceğim, gerçek arkadaşlar olsun.


MEVLANADAN

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi....
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur...

MEVLANA

01 Aralık, 2010

SOĞUK KIŞ GÜNLERİ VE MANTAR ÇORBASI


Bugün resmi olarak Sonbaharı bitirip, Kış ayına girmiş bulunuyoruz. Malum hava sıcaklığı daha da düşecek, kar/buz/ayaz en kısa zamanda kapımızı çalacak. Az yada çok kış mevsiminde iliklerimize kadar üşüyeceğimiz, şöyle dumanı tüten bir çorba olsa da içsek diyeceğimiz günler yakındır, kısa zamanda gelir. Kızım bir çorba sevdalısı, çeşit çeşit çorba içmeye bayılıyor, bu yüzdendir ki bende değişik çorbalar denemeyi, bildiklerimi yapıp, bilmediklerimi öğrenmeyi bu sene kendime görev atlettim. Mantar çorbası da hiç yapmadığım ama ara sırada olsa severek içtiğim bir çorba idi. Birkaç tarif okuyup, nasıl olur diye düşündükten sonra, benzer tarifler içinde Portakalağacı bloğundan aldığım tarifler beni şimdiye kadar hiç yüz üstü bırakmadığı ve hep iyi sonuçlar aldığım için bu tarifi denemeye karar verdim. Sadece bir küçük değişiklik yaptım ve 500gr. Mantar bana çorba için çok geldiğinden, yaklaşık 7-10 arası mantar ile çorbayı yaptım ve ikinci yaptığım çorbada mantarın ortaya yakın olan koyu renkli bölgesini elimden geldiği kadar koymadım. Sizde deneyin banakalırsa, bizimkiler çok beğendi ve güzel bir alternatif tarifim oldu.


MANTAR ÇORBASI (Portakalağacı)

Malzemeler:
500g kültür mantarı
2 yemek kaşığı tereyağı
4 yemek kaşığı un
1lt soğuk su
tuz
1,5 su bardağı süt
Hazırlanması:
1. Mantarları yıkayıp küçüklerini ikiye, büyüklerini dörde bölün. hepsini ince ince doğrayın. (Ben saplarını kullanmadım)
2. Orta boy bir tencerede yağı ve unu kavurun. kavrulunca tencereye suyu ekleyin ve blendır yardımıyla karıştırın. Su kaynayınca mantarları ve tuzu ilave edip yaklaşık 20 dakika pişirin.
3. Piştikten sonra sütü ekleyin. 1 taşım kaynatıp altını kapatın. taze çekilmiş karabiber ile servis yapın.