28 Aralık, 2010

MURATHAN MUNGAN / YENİ YIL MESAJI


Mırıldandıklarım

Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"içtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
senin ve benim, yani bizim için...
Murathan Mungan


Sabah sabah işe geldiğim ilk dakikalar, odamı bir telaş toplayıp, kahvaltımı ederken, sıcak bir bardak çay eşliğinde kendime çaldığım zamanlardan bu günkü dar zamanda bir kaç şiir okuyup, bloğuma yılbaşı mesajı ne yazsam diye düşünürken, bu şiire takıldım kaldım... Koskoca bir yılın en iyi muhasebesi sanıyorum insanın kendini eleştirebilmesinden geçiyor. Hep bana demeden, hep ben demeden, ben neler yaptım, hatalarım neydi, mutluluğu ne kadar yakalamayı becerebildim demek. Ben, kendim, kızım, eşim adına, önce sağlık istiyorum. Hepimiz için sağlık, huzur, mutluluk (aslında mutlu olmayı bilmek), dostluk, kardeşlik ve yüreklerimizin paylaşmayı bilecek kadar kocaman olmasını,... diliyorum. Umarım 2011 yılında her şey gönlünüzce olsun. Banakalırsa sizde şairin dediği gibi kendinize bir yeni yıl kartı yazın ve kendiniz için herşeyin en iyisini dileyin.

27 Aralık, 2010

MANDALİN VE PORTAKALLI TARİFLER ETKİNLİĞİ

İlk defa bir etkinliğe katılıyorum. Etkinliği görünce, aklıma Portakallı Haşhaşlı Muffin tarifim geldi... Yıldız arkadaşımıza etkinliğe olan katkısı ve bize bu etkinliği duyurup, ev sahipliği yaptığı için teşekkürler. Bilgiler aşağıda, katlımak isteyen arkadaşlara duyurulur.

HOBİDÜNYAM tarafından düzenlenen

yemek etkinliklerinin mandalina ve portakallı lezzetler *9* " Etkinliğine

ben http://mandalincikmazi.blogspot.com/ ( Yıldız ) ev sahibeliği yapacağım

30Aralık-20 Ocak tarihleri arasında düzenlenen etkinliğime katılmak için dilediğiniz çeşitte mandalin ve portakallı tarifler hazırlayıp resmiyle birlikte tariflerinizi blogunuzda yayınlayıp bana isim, tarif adı ve blog adresinizi belirterek mail atmanız yeterli olacaktır. Blogu olmayan arkadaşlar da katılabilirler hepinizi bekliyorum.

mandalincikmazi@hotmail.com

Ayrıca bu davetiyeyi ulaştırabildiğim, ulaştıramadığım herkes etkinliğimize davetlidir.Davetiyeyi ulaştıramadığım arkadaşlarım olursa lütfen kusuruma bakmayın hepinize ulaşmaya çalışacağım.

22 Aralık, 2010

AŞURE ZAMANI VE DEĞİŞİK KÜLTÜRLERDE AŞURE


Tam da Aşure zamanı, evlerde çeşit çeşit bol bol yapılırken, herkes malzeme alma, yapma, dağıtma ve tabii ki tüketme derdine düşmüşken, eşim bile annem ne zaman yapacak bol yapsın diye beklerken, aşağıda ki adreste bu güzel yazıyı okudum ve öyle güzel, öyle çeşitli, farklı kültürlerde, farklı yapımlarını anlatmışlar ki hemen sizinle de paylaşmak istedim. Madem Aşure bolluk ve bereketin aşı, banakalırsa sofralarımız bolluk ve bereket dolu olsun ki olmayanlar ile de paylaşabilelim.

http://www.sofra.com.tr/


AŞURE
Bolluk ve bereketin paylaşımı
BOLLUĞU, bereketi, paylaşımı çağrıştıran geleneksel bir tatlımızdır aşure… İslamiyete göre Hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem, "Aşure Ayı" olarak kabul edilirken, Muharrem'in 10'uncu günü ise Aşure Günü olarak kutlanır. Bu yıl 6 Aralık'a rastlayan Aşure Günü, Müslümanlıkta birçok açıdan önem taşımasının yanında, bu bereket yemeği başka dinlerde ve kültürlerde de farklı anlamlara sahip.

Aşure, hepimizin sevdiği, ikram edilince "Hayır" diyemediğimiz popüler bir tatlı…
Geleneksel olarak Kurban Bayramı'ndan sonra gelen Muharrem ayının 10'uncu günü pişirilip dağıtılıyor. Aslında Müslümanların kamerî (ay) takviminin birinci ayı Muharrem ayı. Muharrem ayının 10'uncu günü neler neler olmuş; İlhan Eksen'in "Çok Kültürlü İstanbul Mutfağı" kitabından öğrenelim: Aşere sözcüğü Arapça'da 10 sayısı anlamına geliyormuş. İnanışa göre büyük tufanda Nuh Peygamber ve yanındakiler gemiden 10 Muharrem'de çıkmışlar. Karınlarını doyurmak için de gemide arta kalan malzemelerle bir yemek pişirmişler. Ve doğal olarak tatlıyla tuzlu karışmış yemekte ama lezzetli bir şey çıkmış ortaya. Urfa'da ateşe atılmak istenen Hz. İbrahim, yine Muharrem ayının 10'uncu günü kurtulmuş ateşten… Yakup Peygamber, oğlu Yusuf'a Muharrem ayının 10'uncu günü kavuşmuş; Tanrı, Hz. Musa'yı bu günde kurtarıp Firavun'u boğdurmuş. Asırlar sonra, yine Muharrem ayının 10'uncu gününde Hz. Muhammed'in torunu, Dördüncü Halife Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin de, Kerbela'da pınar başında su içerken şehit edilmiş.

İlhan Eksen ilginç bir saptama yapmış ve Yahudilerin de kamerî (ay) takvimlerinde birinci ay "Tışri" imiş ve onlar da bu ayın 10'uncu günü oruç tutup "Yom Kipur" (Kefaret Günü) bayramını kutluyorlarmış.

Ermeniler aşureyi Noel'de pişirirken, Rumlar cenazede pişiriyorlarmış. Bakın Agos gazetesi editörlerinden Sarkis Seropyan, İlhan Eksen'e ne güzel anlatmış aşure törenini… Ermeni evlerinde aşure yalnız yılbaşında ve Büyük Perhiz döneminde yapılırmış. 31 Aralık (Yılbaşı) ile 6 Ocak (Hz İsa'nın doğumu) arasında pişermiş ve bir tören havasında yapılan aşure muhakkak "Gelin" olurmuş! Aşurelik buğday iyice haşlandıktan sonra yoğurt yapar gibi bezlere, havlulara, elbiselere, çarşaflara sarılır, evin baş köşesine konurmuş. Üstelik bir de evdeki çocuklar üzerine kendi giysilerini koyarlarmış ki gelin olan aşure üşümesin! Aslında buradaki amaç, iyice pişen buğdayın soğumasını geciktirerek özünü tamamıyla suya vermesini sağlamak tabii.

Aşure'ye Neler Konulur?

Gelelim aşurenin içerisine neler konacağına… Eski İstanbul evlerinde en az yedi cins erzakla pişermiş aşure… Kerbela olayını anmak isteyenler ise hem oruç tutar, hem de malzeme sayısının "12 İmam"a atfen, 12 olmasına dikkat ederlermiş.

Aylin Tan'ın 29 Şubat 2004'te Cumhuriyet gazetesinde yazdığına göre, bazıları da 40 çeşit malzeme koyuyormuş aşureye… 40'ı tamamlayamayanlar için şöyle bir kolaylık sağlanmış: "Kırkı tamamlayamayan bir kaşık bal koysun. Nasıl olsa arılar kırk tür çiçeğin nektarını almıştır."

Aşureyi sadece pişirmeyeceksiniz, bir de dağıtmanız gerekir. Kimisi en az içerisindeki malzeme sayısı kadar eşe dosta dağıtırken, kimisi sadece yakın komşulara dağıtıp bu geleneği sürdürüyor. Kudret Emiroğlu'nun yazdığına göre bu konuda Yıldız Sarayı çok bonkörmüş… Aşure dağıtılırken küçük kase getirene kaseyle, kocaman gaz tenekesi getirene tenekeyle dağıtırlarmış aşureyi…

Müjgan Üçer'in yazdığından öğrendiğimize göre Divriği'de aşureye "Tatlı aş/dadlaş" derlermiş. Benzer şekilde Ermeniler de "Anuş abur / tatlı çorba" diyorlar. Ermenilerin yaptığı aşurenin içerisine nohut, fasulye, börülce girmiyor. Sadece aşurelik buğday ve meyve kurularından yapılıp, üzeri ceviz ve narla süsleniyor. Rumlar ise "Koliva" dedikleri "Susuz aşure"yi buğdayı iyice haşladıktan sonra, suyunu gidermek için bezlere serip, daha sonra kimyon, tarçın, kişniş, üzüm, ceviz, fıstık, badem, dövülmüş bisküvi ile karıştırıp, üzerine bol pudraşekeri serpip mezarlıkta dağıtıyorlar.

"Peygamber çorbası" veya "Muharrem aşı" diye de isimlendirilen aşureye, İstanbul'da aşurelik buğday, nohut, iç bakla, fasulye, börülce ve pirinç konuyor. İndirmeye yakın ise kayısı, kuru üzüm, kestane, ceviz, fındık, badem, antepfıstığı konuyor. Yüzü ise nar taneleri ve tarçınla süsleniyor. Aslında bu tarif, Gaziantep usulü aşureyle büyük benzerlik gösteriyor. Yalnız Antep'te geleneksel olarak şeker yerine üzüm pekmezi kullanılırken, günümüzde tatlılık ayarı şekerle yapıldıktan sonra, o geleneği devam ettirmek için birkaç kaşık pekmez, hatta bal koyuluyor. Üzerine ise mutlaka "Mayana" denilen dövülmüş rezene serpiliyor. Burada rezene kullanımının amacını, Ayfer T. Ünsal şöyle açıklıyor: "Aşureye giren çoğu malzeme gaz yapıcı, rezene ise gaz giderici bir bitki."

15 Aralık, 2010

AĞIZDA DAĞILAN POAÇA

Genellikle mayalı poaçaları çok sevmeme ve yapmama rağmen, bu poaça'nın ağızda dağılması ve taze iken çok güzel olması sanıyorum daha sık yapmama neden olacak.Tarifi internetten almıştım, bu sefer yanına kimden aldığımı yazmayı unutmuşum. Tarifi yayınlayan arkadaşın ismini yada sitesini bilmemekle birlikte emeğe saygıdan ve bu güzel tarifi bana kazandırmasından dolayı teşekkür etmek istiyorum. Özellikle ilk piştiğinde gerçekten de adına yakışan bir gevrekliği ve ağızda dağılması var. Çay saatlerinize ayrı bir keyif katacağını düşündüğüm bu poaçaları banakalırsa siz de deneyin.



Malzemeler:
200 g margarin
1/2 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı yoğurt
2 adet yumurta (1 yumurta+1yumurtanın akı içine, 1 yumurta sarısı üzerine)
1 paket kabartma tozu
1/2 çay kaşığı karbonat
6 damla limon suyu
1 tatlı kaşığı tuz
Aldığı kadar un (Yaklaşık 6-7 su bardağı)

İçi İçin:
Beyaz Peynir
Maydonoz

Yapılışı:
1. Margarini kaynatmadan eritin, ılınması için biraz bekletin. İçine sırasıyla sıvıyağ, yoğurt, yumurta, tuz ekleyin. Elinizle 4-5 kere karıştırın. Kabartma tozunu koyun ve üzerine limon suyu sıkın, karbonatı ilave edin.
2. Elenmiş unu ekleyin ve yoğurun. Kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yaparak iyice yoğrun.
3. İstediğiniz büyüklükte parçalar koparıp elinizde yuvarlayın. Ortasından bastırıp peynir veya doğranmış zeytin koyarak kapatın. Yağlanmış fırın tepsisine dizin.
4. Üzerlerine yumurta sarısı sürün, susam ve çörek otu serpin. 190 derece fırında kızarıncaya kadar pişirin.

13 Aralık, 2010

KARLI GEÇEN HAFTASONU VE YAYLA ÇORBA


Cuma akşamı başlayan kar yağışı ile Ankara bembeyaz bir Cumartesiye açtı gözlerini. Sizde de olur mu bilmem ama ben tutacak/tutmayacak, her yer buz olur, ayaz olur şimdi, eriyince çamur, trafik diyenlere inat büyük keyif alıyorum karın hem yağışından, hem de getirdiği keyfi zaman zaman fazlası ile götürmesinden. Bana göre kış ve soğuk olmasa, bahar bu kadar coşku ve keyif veremez ki insana, kar yağmasa, sıcacık bir kase çorba, dumanı üstünde kahve/çay...., insanı bu kadar mutlu edemez ki. Bu gün sabah servise yetişme telaşı ve dikkatli yürüme çabası içinde iken, havanın bir hayli soğuk olduğunu ve iki gündür evden hiç çıkmadığımı fark ettim. İki gün hem yorucu, hem telaş içinde ve Durucuğu beklemek ve Durucuğu(yeğenim) uğurlamak ile geçti. Daha önce söylemeye fırsat olmadı biliyorum son bir/bir buçuk aydır yürüyor. Her şeyi anlatıyor ve anlıyor, ama konuşmuyor henüz (bir-iki ufak tefek söz dışında). Eşim ve beni inanılmaz mutlu ediyor, bir bebeği özlemenin ve onun verdiği keyfi yaşamanın mutluluğu ile bir daha ki görüşmeye kadar Duru sayıklayıp duruyoruz. Eve hareket getirmesi, yüzümüzü güldürmesi..., bir tarafa inanın evin kokusunu bile değiştiriyor.

(Bakmayın siz bebek dediğime artık 17.5 aylık oldu bizim prenses)

Miss gibi bebek kokusu yayılıyor ortalığa. Sürekli ayağımızın dibinde dolanıyor en güzel sesi ve gülüşü ile (babba, babba). Biraz muzurluk yapacak olsun inanılmaz bir şirinlik ile gülüyor ve sizi de güldürmeye çalışıyor. En son öğrendiği şey ise uykusu geldiğinde size öpücük gönderip el sallaması. Her şeyi ıh ıh, diyerek anlatıyor. Onun hakkında yazacak çok şey var ama, bunlar bir çırpıda aklıma gelenler. Dilerim bahtın güzel olsun küçüğüm, yüzün hep gülsün, sağlıklı ve mutlu ol.

Kar, buz, soğuk ve durucuk derken az kalsın çorba tarifimi vermeyi unutuyordum. Yayla çorba çoğumuzun mutfağında pişen, özellikle annelerimizin çok yaptığı, zaman zaman sorun çıkarsa da severek tükettiğimiz bir çorbadır. İlk yaptığım dönemlerde bir iki defa kesilmişti ama, sora sora püflerini öğrendim, artık sorun olmuyor. Yayla çorbanın altını söndürmeye yakın tuz koyar iseniz, tencerenin kapağını hemen kapatmaz ve yoğurdu soğuk suya eklerseniz genellikle hiç problem olmuyor. Aslında gözkararı yapmak ile birlikte tarif vermeye çalışacağım.



YAYLA ÇORBA

1 çay bardağı pirinç
4-5 kaşık yoğurt
1 yumurta
2-3 kaşık un

Yoğurt, yumurta ve unu çırpıcı ile çırpıp hazırlıyorum. Bir tencereye yaklaşık 2 bardak kadar su ve pirinçleri ilave edip, pirinçler biraz pişene kadar kaynatıyorum. Daha sonra 4-5 bardak soğuk su ilave edip, çırpıcı ile karıştırarak yoğurt/yumurta/un karışımını ekliyor ve kaynayana kadar karıştırmaya devam ediyorum. Kaynadıktan sonra altını kısıp, tuzunu ekleyip, özleşene kadar pişiriyorum. Servis etmeden önce, tereyağ, pul biber ve nane hazırlayıp, üstüne döküyorum. Hem besleyici, hem içinizi ısıtıp, miss gibi kokan bu çorbayı yapanlar zaten bilir, yapmayanlar da banakalırsa bir an evvel denesin.

07 Aralık, 2010

SARI ÜZÜMLÜ-TAVUKLU PİLAV


Ben ne yalan söyleyim aslında kuru üzümden (sarı-siyah hiç farketmez) çok hazzetmem. Hatta öyle ki kekin içinde olursa onları temizler öyle yerim. İş yerinde bir kaç defa büyükçe et parçaları ve kuş üzümü ile Ankara Tava yapıldığını ve başka arkadaşlarımın yediğini gördüm ama, kuş üzümünü de pek sevmediğim için yemeye hiç niyetlenmedim. Sonra kısa zaman önce Ankara tavanın sarı üzüm ve büyükçe tavuk parçaları ile yapıldığını gördüm ve sarı üzümlerini yemem ayırırım diye düşünürken ya o gün çok acıkmıştım yada ne bileyim çok hoşuma gitti ve inanılmaz sevdim. Sonrası malum, ben bunu evde de yaparım, bakalım evdekiler sevecek mi, nasıl yapsam derken,... ikinci seferdir yapıyorum ve evde de beğendiler diyebilirim. Üzümü birazcık ıslattıktan sonra, yağda tavuğu ve pirinci kavurup, üzümü de ilave edip, pilavı bu şekilde pişirdim. Biraz yumşak geldi bana, bir daha ki sefere üzümü de tavuk ile yağda çevirip pişirmeye deneyeceğim. Banakalırsa deneyin derim, özellikle üzüm sevenler için güzel bir yemek oldu. Tarif ve ölçü yazmıyorum çünkü; hepimizin bir pilav yapma şekli ve gözkararı da olsa ölçüsü vardır.

02 Aralık, 2010

ARKA-TAŞ/ARKADAŞ VE TEŞEKKÜR ....


Eski Türklerde Askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için; bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.

Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde

dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.

Güzel ve anlamlı, zaten bir çoğumuzun da bildiği bir yazı. Arkadaş hepimizin hayatında, önemli yeri olan bazen yanlış seçimler yapsak da doğru kişi yada kişileri bulduğumuzda gerçekten bence bu dünyada sahip olabileceğimiz en önemli şeyler listesinin baş sıralarında yer alması gerekenlerden. Yukarda ki yazı mail ile geldi, daha öncede birkaç defa okumuştum, okurken aklıma Mevlana’nın aşağıdaki şiiri, “Ahretlik” dediğim arkadaşım, yol arkadaşım, hayatıma giren çıkan arkadaşlar,… ve blog sayesinde tanıdığım, yüzlerini görmediğim, ama özellikle bazılarını görmeden de sevip, iletişim kurulacağını düşündüğüm sanal arkadaşlarım geldi. Yorumlarınızı okuduğumda uzaktan gelen ve beklenen bir mektup okumuş gibi sevindiğimi fark ettim. Yıllar önce iş yerinden bir arkadaşım “siz telefon ile konuşurken bile gülümsüyorsunuz ve ben bu olumlu elektriği çok net hissediyorum” demişti. Düşündüğümde doğru olduğunu fark ettim. İnsan gerçekten telefon ile konuşmak bir tarafa, sadece yazıştığında bile karşısındaki insanın, hüznünü, gülümsemesini, sıkıntısını, sevincini,… tüm olumlu, olumsuz mesajlarını alabiliyor. Bu yazıyı bir nevi teşekkür yazısı kabul edin, siteye girerek beni teşvik ettiğiniz, yorum bırakarak mutlu ettiğiniz, siteye üye olduğunuz, hatta sadece şöyle bir ziyaret ettiğiniz için. Umarım hepimizin hayatında kötü günde sırtımızı dayayacak, sevinç ve kederimizi paylaşacak ve bir bakıştan anlayacak kadar bol demeyeceğim, gerçek arkadaşlar olsun.


MEVLANADAN

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi....
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur...

MEVLANA

01 Aralık, 2010

SOĞUK KIŞ GÜNLERİ VE MANTAR ÇORBASI


Bugün resmi olarak Sonbaharı bitirip, Kış ayına girmiş bulunuyoruz. Malum hava sıcaklığı daha da düşecek, kar/buz/ayaz en kısa zamanda kapımızı çalacak. Az yada çok kış mevsiminde iliklerimize kadar üşüyeceğimiz, şöyle dumanı tüten bir çorba olsa da içsek diyeceğimiz günler yakındır, kısa zamanda gelir. Kızım bir çorba sevdalısı, çeşit çeşit çorba içmeye bayılıyor, bu yüzdendir ki bende değişik çorbalar denemeyi, bildiklerimi yapıp, bilmediklerimi öğrenmeyi bu sene kendime görev atlettim. Mantar çorbası da hiç yapmadığım ama ara sırada olsa severek içtiğim bir çorba idi. Birkaç tarif okuyup, nasıl olur diye düşündükten sonra, benzer tarifler içinde Portakalağacı bloğundan aldığım tarifler beni şimdiye kadar hiç yüz üstü bırakmadığı ve hep iyi sonuçlar aldığım için bu tarifi denemeye karar verdim. Sadece bir küçük değişiklik yaptım ve 500gr. Mantar bana çorba için çok geldiğinden, yaklaşık 7-10 arası mantar ile çorbayı yaptım ve ikinci yaptığım çorbada mantarın ortaya yakın olan koyu renkli bölgesini elimden geldiği kadar koymadım. Sizde deneyin banakalırsa, bizimkiler çok beğendi ve güzel bir alternatif tarifim oldu.


MANTAR ÇORBASI (Portakalağacı)

Malzemeler:
500g kültür mantarı
2 yemek kaşığı tereyağı
4 yemek kaşığı un
1lt soğuk su
tuz
1,5 su bardağı süt
Hazırlanması:
1. Mantarları yıkayıp küçüklerini ikiye, büyüklerini dörde bölün. hepsini ince ince doğrayın. (Ben saplarını kullanmadım)
2. Orta boy bir tencerede yağı ve unu kavurun. kavrulunca tencereye suyu ekleyin ve blendır yardımıyla karıştırın. Su kaynayınca mantarları ve tuzu ilave edip yaklaşık 20 dakika pişirin.
3. Piştikten sonra sütü ekleyin. 1 taşım kaynatıp altını kapatın. taze çekilmiş karabiber ile servis yapın.

29 Kasım, 2010

SONBAHAR DEKORASYON İPUÇLARI VE BENDEN ÖRNEKLER





Sonbahar doğada kahverengi ve tonlarını bol miktarda görebileceğimiz bir renk cümbüşü ile çalıyor kapımızı. Sadece doğada da bitmiyor bu renk cümbüşü, dekorasyon dergileri, mağaza vitrinleri hatta evimiz bile nasibini alıyor mevsimin güzel renklerinden. Mevsim geçişlerini evimizde de küçük değişiklikler ile uygulayabiliriz. Mevsime uygun bir çiçek bile olabilir bu değişiklik. Aşağıdaki üç resim dergilerden. Kabaklar, sararmış yapraklar hem sonbahar temasına, hem de dekora çok yakışmışlar doğrusu. Sallanan sandalyenin yanındaki kabağa bayıldım. En kısa zamanda bir orta boy kabak alınıp evin uygun köşesinde dekor olarak kullanılabilir. Üsttekiler benden. At Kestanesinin ağacını, çiçeğini ve kestanesini çok sevdiğimi daha önce yazmıştım. Eee bu kadar sevince bilgisayar kenarı, sehpa üstü, ... her yerde görmek istiyor insan. Kabuklu yer fıstığı kuruyemişçilerde bu ara çok var. Eşim alıyor, ben dekor yapıyorum (arada bir de olsa yenilerek de tüketiliyor tabii). Çok küçük ama, tamamen bizden dokunuşlar, banakalirsa siz de deneyin. Bu arada yapma çiçek ve meyveleri çok sevmeyen biri olarak, ayva ve nar gibi uzun ömürlü meyvelerin de iyi bir dekor oluşturduğunu söylemek lazım.




26 Kasım, 2010

KABUĞU DA YARARLI, TANELERİ DE

Aşağıda resimleri olan narı, komşum yazlık dönüşü getirmişti. Verirken bu sene yağmur çok olduğu için narlar yarıldı, yanlış anlamayın dedi. Anlarmıyım, tadı, lezzeti ve görüntüsü süperdi. Ben ayıklamaya girişmişken, aslında resimlerini siteye koysam demeye kalmadan, eşim dur ben çekeyim dedi ve bayıldım resimlere. Rengi, görüntüsü süper değil mi? Narla ilgili daha önce yazı yazmıştım, resimleri nasıl koysam derken, dünkü Cumhuriyet Gazetesinde Nar ve faydaları ile ilgili güzel bir yazı okudum ve hemen kopyaladım. Umarım beğenirsiniz. Narın tam zamanıymış ve bolca tüketmek gerekiyormuş. Banakalirsa yazıya bir göz atın derim.



KABUĞU DA YARARLI, TANELERİ DE

Kış mevsiminin tercih edilen meyvelerinden narın yararları saymakla bitmiyor. Kaynatılmış nar kabuğunun boğaz ağrısına iyi gelmesi, bunlardan sadece biri.

Narın meyve, meyve kabuğu, dal ve kök kabuklarının farklı içerikler ve farklı kullanım alanları bulunuyor. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bu nedenle narın hangi kısmının kullanıldığının önemli olduğunu söylüyor. Prof. Yeşilada, ishalden, damar sertliğine, menopozdan boğaz enfeksiyonlarına kadar bir çok hastalıkta olumlu etkileri bulunan narın farmakolojik özellikleri ve yararları hakkında şu bilgileri veriyor:

“Meyve suyu yüksek antosiyanin türevi içeriğine bağlı olarak kuvvetli antioksidan etkili ve özellikle kalp ve dolaşım sistemi işlevleri üzerinde etkinliği dikkat çekiyor. Meyvelerinin kabukları ise gallotanen tipi polifenolik bileşikler bakımından zengindir. Yapılan bilimsel çalışmalar, bağırsak enfeksiyonlarına ve boğaz enfeksiyonlarına yol açan mikroorganizmalar üzerinde etkili olduğunu ortaya koyuyor.
Bu nedenle, nar meyvesi kabukları bağırsaklarda hem ishale yol açan mikroorganizma üzerinde etkisini gösteriyor, hem de astrenjan (büzücü) etkisine bağlı olarak ishalin tedavisine yardımcı oluyor. Gargara şeklinde uygulandığında ise boğaz enfeksiyonunun tedavisinde yararlı oluyor. Nar ağacının dal ve kök kabukları ise çok daha farklı kullanıma sahiptir. Tedavide sadece tenya düşürücü olarak kullanılıyor."

Şimdi nar zamanı
Meyve ve sebzelerin antioksidan etkili maddeler bakımından zengin olduğu ve tüketilmeleri ile kalp-damar hastalıkları ve kanser gelişimi riski ve bu hastalıklara bağlı ölümlerde önemli azalma sağlanabildiği artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. İşte antioksidan içeriği bakımından dikkati çeken bir meyve de ‘nar’. Manavlarda, marketlerde tezgahlar boy boy, renk renk, nar meyveleri dolu. Taze sıkılmış veya fermente edilmiş nar suyunun antioksidan etkisinin yüksek olduğu bilimsel olarak ortaya konulmuş. Bu etkisi bakımdan kırmızı şarap ve yeşil çaydan daha kuvvetli etkili olduğu ifade ediliyor.

Narın damar sertliğine etkisi
Nar suyunun damar sertliği (ateroskleroz) riskini azaltıcı etkisinde en önemli faktörün LDL'nin (kötü huylu kolesterolün) oksitlenerek daha zararlı şekli VLDL'ye dönüşmesini engellemesi ile ilişkili olabileceği düşünülüyor. Yüksek tansiyonlu hastalarda (62-77 yaşlarında) 15 gün süre ile günde 50 ml (bir çay bardağı) nar suyu verilmesi ile enfarktüs riskini artıran faktörlerden biri olarak kabul edilen serum ACE değerleri üzerinde yüzde 36 düşme sağlarken, yüksek tansiyon üzerinde sadece yüzde 5 bir azalma sağlayabilmiştir. Bu çalışmada hastaların hiç birinin sigara içmediği vurgulanmış. Çünkü sigaranın zararlı oksijen radikalleri oluşturduğu biliniyor ve bu da deney sonuçları üzerinde doğrudan olumsuz etki yapacaktır.

Bir diğer klinik çalışmada, nar suyunun bir yıl süre ile kullanılması ile LDL ve HDL'nin oksidasyonun belirgin bir şekilde azaltılabildiği, 3 yıl kullanılması ile ise kanda aterosklerotik lezyon gelişimi riskinin önemli ölçüde azaltılabildiği ortaya konulmuş. Yapılan son bir çalışmada ise diyabetli hastalarda önemli bir risk oluşturduğu kabul edilen damar sertliğinin önlenmesinde nar suyunun yararlı olup olmayacağı incelenmiş. Bilindiği gibi meyve suları genel olarak şekerli içerikleri nedeniyle diyabetlilerde kan şekerinin artmasına neden olabiliyor. Nar suyunun diyabetlilerde bu bakımdan herhangi bir risk oluşturmadığı ve damar sertliği riskinin azaltılmasında önemli katkısı olduğu bildirilmiş.

Kalp hastalarına da iyi geliyor
Bir diğer klinik çalışmada 3 ay süre ile nar suyu (günde 2 su bardağı) kullanılması ile 45 koroner kalp hastasında strese bağlı bazı etkenlerin (miyokard iskemisi gelişiminin) azaltılabildiği gözlenmiştir. Bu çalışmanın daha uzun süreli ve daha geniş hasta sayısı üzerinde tekrarlanması gerektiği vurgulanıyor. Çok yeni bir çalışmada ise, konjuge linoleik asit (yağının yüzde 83'ü) bakımından zengin olan nar çekirdeklerinin (tohumları) deney hayvanlarında kolon kanseri ve damar sertliği riskini azalttığı ve bağışıklık sistemi üzerinde olumlu yararlarının bulunduğu gösterilmiş. Diğer taraftan, çekirdeklerin zengin bir östrojenik içeriğinin (kadın hormonu) bulunduğu bildirilmekte.

Cumhuriyet Haber Portalı 25.12.2010


25 Kasım, 2010

EV YAPIMI PUDİNG VE PUDİNGLİ PASTA



Aşağıdaki tarifi yıllar önce iş yerinde bir arkadaşımda yemiş, çok beğenmiş ve almıştım. Bu tariften sonra eve neredeyse hazır puding almıyorum diyebilirim. Bence hazır pudingten çok daha güzel, benim için en önemlisi içinde ne olduğunu ve şimdi büyümüş olsa bile kızama ne yedirdiğimi bilmek ve bizim evde şeker bir ölçüden fazla sevilmediği için şeker miktarını kendime göre ayarlamak. Nasıl mı? 1 su bardağı yazıyor ya ben mutlaka en az iki parmak eksik koyarım. Tarifi ister kaselerde puding olarak, ister arasına bisküvi koyup pasta olarak hazırlayabilirsiniz. Pasta olarak hazırladığınızda dilim dilim ikram edebileceğiniz hafif bir tatlı oluyor. Kabı biraz su ile çalkalamakta bildiğimiz usül ama, bilmeyenler için kolay almayı sağlıyor. Portakal kabuğunun verdiği aroma ve kokusu çok hoş oluyor. Üstüne fındık, ceviz, hindistancevizi, ne isterseniz koyabilirsiniz. Banakalırsa kısa zamanda deneyin derim.


EV YAPIMI PUDİNGLİ PASTA

1 kg. süt
3 kaşık nişasta (tepeleme)
2 kaşık un (tepeleme)
4 kaşık kakao
1 su bardağı toz şeker
1 portakal kabuğu rendesi
3 paket kakaolu eti piknik bisküvi

Nişasta, un, kakao, şeker, portakal kabuğu rendesi, süte eklenir ve muhallebi kıvamında pişirilir. Piştikten sonra 1 kibrit kutusu kadar margarin karıştırılır (ben hiç margarin koymadım). Daha sonra bisküvi, krema şeklinde 3 veya 4 kat dizilir. Üzerine Hindistan cevizi dökülüp buzdolabında bir/iki saat bekletilir.

10 Kasım, 2010

10 KASIM ...

Özlem ve saygıyla anıyoruz

09 Kasım, 2010

GÜNEŞLİ BİR GÜN VE YAŞAM




Sen, çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver. Toprak olup, seni başının üstünde taşıyan bulunur. (MEVLANA)
Ankaralılar birkaç gündür yazdan kalma, sıcak, bol güneşli ve tertemiz bir hava ile güne başlıyor. Siz de öyle misinizdir bilmem ama, ben kendimi böyle güneşli günlerde daha bir mutlu, daha enerjik, daha pozitif hissediyorum. Güneş bana gülümsediğinde sanki bende her sabah günaydın dediğim yüzlere, daha bir ağız dolusu ve yüzümde kocaman bir tebessüm ile günaydın diyorum. “Ne tür insan seversin?” diye bir soru sorulur mu bilmem ama, bana ne tür insan seversin deseler sanıyorum vereceğim cevap; “gülen insan” olurdu. Merhaba derken, nasılsınız derken, ilk karşılaşma anında yada ayrılırken, odaya girerken, güne başlarken, kendi ile barışık olan ve kocaman gülen insanlar… Yanlış anlaşılmasın sürekli gülmek ya da ben çok güler yüzlüyüm demek çok uzak anlatmak istediklerimden. Ben ki hatta hüznü seven, bir tarafı hep hüzün barındıran, ikisinin de insanda aynı ölçüde bulunması gerektiğine inanan, hatta kendimde hüznün ağır bastığını düşünen ancak oldukça pozitif düşünmeye çalışan ve selamlaşırken içten ve ağız dolusu gülenleri sevenlerdenim. Riyasız ve yalansız içten gelerek tabii,… Siz kocaman gülerek selamlaşırsanız inanıyorum ki kocaman olmasa bile tebessüm ile geri gelir selamınız. “Saygı verilmez alınır” sözünü hep severdim, aşağıdaki yazıda da anlatıldığı gibi hiçbir şeyin verilmeyeceğini hep geri yansıyacağını öğrendim zaman içinde... Çok beğendiğim bir yazı banakalırsa sizde okuyun demek ve sizinle de paylaşmak için yazdım tüm bunları. Hayattan aldıklarımız, aslında hep verdiklerimiz ile ilgili. Hani derler ya "ne ekersek onu biçeriz".

YAŞAM
Bir adam, oğlu ile ormanda yürüyüş yapıyor. Birden çocuk takılıp düşüyor ve canı yanıp “Ahhhh” diye ...bağırıyor.
İlerideki dağın tepesinden “Ahhhh” diye bir ses geri geliyor. Çocuk şaşırıyor. Merak ediyor ve “Sen kimsin” diye bağırıyor. “Sen kimsin” diye cevap geliyor dağdan..Çocuk kızıyor. “Sen bir korkaksın” diye bağırıyor.
Dağdan gelen ses “Sen bir korkaksın” diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp “Ne oluyor böyle?” diye soruyor.
“Oğlum” diyor adam, “Dinle ve öğren!”Dağa dönüp “Seni seviyorum” diye bağırıyor. Gelen cevap “Seni seviyorum“ oluyor. Baba tekrar bağırıyor, “Sen bir harikasın..” Gelen cevap “Sen bir harikasın..”Oğlan çok şaşırıyor, ama ne olduğunu gene anlayamıyor. Babası anlatıyor..
“İnsanlar buna ‘Yankı’ derler, ama aslında o ‘Yaşam’dır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam davranışlarımızın aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol!. Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan, sen sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, herkes için her zaman geçerlidir.Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın bir aynada yansımasıdır..”

05 Kasım, 2010

KIYMALI/PATATESLİ GÜL BÖREĞİ

Bu börek bizim evde en çok sevilen böreklerden birisi. Kızım patateslisini, eşim kıymalısını çok severek yiyor. Ben arada bir uyanıklık yapıp kıymalı/patatesli yapıyorum, o da çok severek yeniliyor. Genelde 6 yufkadan yaptığım için tepsi böreğinden biraz fazla oyalasada yumşacık ve lezzetli oluyor. Deneyin banakalırsa diyeceğim ama, çoğumuzun bildiği bir tarif. Yine de tarifi yazıyorum, malum her yiğidin yoğurt yiyişi farklı ya...

Malzemeler

6 adet yufka

250-300 gr kadar kıyma
2 tane irice soğan
1 adet idice rendelenmiş patateş (çiğ)

1 bardak kadar yoğurt (ben göz kararı koyuyorum)
göz kararı sıvıyağ (çeyrek su bardağı kadar)
biraz su (yarım bardak kadar)
1 yumurta

Soğanı biraz sıvıyağ ile pişirip, kıymasını ilave edip biraz soğan ile çevirdikten sonra rendelenmiş patatesi ekliyor ve tuz, karabiber, pul biber ilave ediyorum. Yukfayı tezgaha alıp, sıvı karışımı (yumurta hariç) slikon fırça ile yufkaya sürüyorum. Yufkayı dörde böldükten sonra geniş kenarına kıymalı harçtan koyup, sıkı olmayacak şekilde önce sigara böreği gibi, sonrada gül şeklinde sarıyorum. Kalan sıvı harcı içine yumurtayı ilave ettikten sonra bol miktarda böreklerin üstüne sürüyorum. Sıvı harcınız çok fazla olsa bile hiç problem değil, ne kadar bol olur ise börekler o kadar lezzetli oluyor. Çörekotu, haşhaş, susam, evde ne varsa üstüne serpip pişiriyorum. Sonrası malum, evde kapış kapış gidiyor.

03 Kasım, 2010

KOBİLEVY'den FANTASTİK AYAKKABILAR


Ayakkabıların hepsi bir birinden ilginç ve çok fazla model vardı ancak; ben kendim bana en ilginç gelenleri sizin için (Milleyet Gatesi/internet adresinden) kopyaladım. Bakalım görünce siz nasıl bulucaksınız. Bu arada tasarımcıyı tebrik etmek lazım, gerçekten insanın aklının ucundan bile geçmeyecek modellere imza atmış. Ben şahsen ilk ayakkabıya daha doğrusu bunu yapma fikrine bayıldım.































01 Kasım, 2010

ZEYNEP ORAL / O GÜZEL İNSANLAR

" O Güzel İnsanlar" Zeynep ORAL'ın çok severek okuduğum kitaplarından biri. Kitapta portresi çizilen 30 insandan mutlaka çok beğendiğiniz, sevdiğiniz birileri vardır. Aslında ben kitabı okuyalı bir hayli zaman oldu. Çok güzel ve okunası bir kitap, kendi adıma 30 kişiyi de çok beğendiğim için, çok keyif ile okudum diyebilirim. Bu hafta sonu Sunay Akın'ın "HAYAT DEYİNCE" isimli programının konusu kitaplardı ve orada Japonyada kişi başına 1 yılda 24 kitap , Fransada kişi başına 1 yılda 14 kitap ve Türkiyede 1 kitaba 6 kişi düştüğünü öğrenince daha çok kitap okumalıyız bir tarafa, kendi sitemde, kendi adıma daha çok kitap tanıtımı yapmalıyım diye karar verdim. Elif Şafak'ın AŞK isimli kitabından sonra, konu ile ilgili biraz daha kitap okumalıyım derken (Mevlana), bir arkadaşımdan "AŞKIN GÖZYAŞLARI" nı aldım ve şu sıralar daha doğrusu hafta sonu okumaya başlayıp zaten yarıladım. Mevlana ve Şems'in Elif Şafak'ın AŞK'ında da yer yer aynı olan hikayesi, biraz daha roman olmaktan uzak, kurgusuz ve net ifadelerle anlatılmış. Aslında güzel bir kitap olmasına rağmen bir an evvel bitirme telaşındayım çünkü Mustafa Balbay'ın "ZULÜMHANE" si çıktı ve açıkçası çok merak ettiğim kitaplardan biri. Eğer henüz okumadıysanız Zeynep Oral'ın "O GÜZEL İNSANLAR" isimli kitabını mutlaka okuyun banakalırsa.

Açıklama:
"O Güzel İnsanlar", uzun yıllar boyunca düşünceleri,
duyarlılıkları, eserleri ve eylemleriyle daha güzel, daha iyi,
daha insanca ve hakça yaşanılan bir dünya özlemiyle
yanıp tutuşanların öyküsüdür.

Zeynep Oral, ona yüreğini cömertçe açanları, sevgiyle,
bilgiyle, sonsuz bir duyarlılıkla ele alırken aynı zamanda
insanı "insan" yapan evrensel çağdaş değerleri yüceltiyor
kitabında.

Zeynep Oral'ın akıcı ve işlek kaleminden, Türkiye'nin
aydınlık yüzünü yansıtan sanat insanlarının portresini
sunuyoruz.

İşte o güzel insanlar:
Abidin Dino - Ahmed Arif - Aliye Berger
Aziz Nesin - Azra Erhat - Bedri Rahmi Eyüboğlu
Can Yücel - Eren Eyüboğlu - Fazıl Hüsnü Dağlarca
Fazıl Say - Füreya - Genco Erkan - Gülten Akın
Haldun Taner - İdil Biret - İsmet Ay - Leyla Gencer - Melih Cevdet Anday - Münir Ozkul
Nahit Hanım - Nâzım Hikmet - Onat Kutlar - Ruhi Su - Sıdıka Su - Salâh Birsel - Semiha Berksoy- Sezen Aksu - Yaşar Kemal - Yıldız Kenter - Zeynep Tanbay
(Tanıtım Yazısından)

27 Ekim, 2010

DİKKAT ! BU BESİNLER ZAYIFLATIYOR...

Bu aralar Hürriyet Gazetesinde Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun "İşte Kilo Dosyası" diye bir yazı dizisi var. Kızkardeşim biraz kilo vermek istediğinden bilgileri onun ile paylaşayım diye hergün bir telaş okuyorum. Niyetim dosya haline getirip, en son olarak ona vermek. Aşağıdaki yazı bu günkü yazıdan sadece küçük bir alıntı. Sizlerle de paylaşmak istedim. Siz eğer isterseniz sadece kilo değil doğru ve sağlıklı beslenmek ile ilgili şeylerden de bahsediyor, banakalırsa kendiniz okuyun.

Zayıflatan besinler

Bazı yiyecekler kararında ve doğru zamanda tüketildiklerinde kilo vermenize yardımcı olabilir. İşte bazı örnekler...
1. ZEYTİNYAĞI: Zeytinyağının da bir kaşığı diğer yağlar gibi 120-130 kalori enerji içeriyor ama tekli yağlardan zengin olması tokluk hissini artırmasına ve depolanmış yağların daha kolay çözülmesine yardımcı oluyor. Yağ tercihinizi zeytinyağından yana kullanın. 2. CEVİZ, BADEM, FINDIK: Üçünün de 100 gramı yaklaşık 600 kalori. Bu nedenle günde üçünden birini veya üçünün karışımını toplamda 30 gram yemeniz yeterli. Bu tercihi ara öğünlerde de kullanabilirsiniz. Üçünün de omega-3’ten zengin olması ve tokluk hissi vermesi kilo kontrolünü kolaylaştırıyor. 3. SİRKE VE LİMON: Kalori değerleri neredeyse yok gibi bir şey ama ikisi de hangi yiyeceğe eklenirse o yiyeceğin glisemik yükünü düşürüyor. Ayrıca sirkedeki asidik asit ve limondaki sitrik asit, tokluk hissini destekliyor.

4. GREYFURT: Düzenli tüketildiğinde (mesela öğlen ve akşam yarım greyfurt) kilo kaybını destekleyen bir meyve.
5. YEŞİL ÇAY: Her gün 2-3 bardak içmekte fayda var. İçindeki kateşinler metabolizmayı hızlandırıyor.
6. NAR: Düzenli nar suyu içmek, henüz bilinmeyen bir mekanizmayla insülin direncini azaltıyor. Nar suyu içenlerde bel yanları daha çabuk eriyor.
7. YOĞURT: Yağsız veya yarım yağlı yoğurt -özellikle probiyotik bakterilerden zenginse- mükemmel bir kilo yönetimi desteği sağlıyor. Ara öğünler için harika bir seçenek. Yarım su bardağı diyet yoğurt en fazla 50-60 kalori enerji içeriyor.

8. KAHVALTIDA YULAF LAPASI: Yarım yağlı veya yağsız sütle ya da yoğurtla hazırlanan yulaf lapası mükemmel bir kahvaltı seçeneği olabilir. Yulafın tokluk hissini artırarak kilo kontrolünü kolaylaştırdığı biliniyor.
9. HAŞLANMIŞ YUMURTA: Kolesterol sorununuz yoksa, kalp damar hastası değilseniz, doktorunuzla konuşarak her gün kahvaltıda haşlanmış bir yumurta yiyerek güne başlayabilirsiniz. Haşlanmış yumurta tokluk hissini artırıyor, proteinden zengin olduğu için metabolizmayı hızlandırıyor.

26 Ekim, 2010

YOĞURT TATLISI



Sizde benim gibi kışın çokça üşüyenlerden ve üşüdüğünüzde canı, tatlı ama illada şerbetli tatlı isteyenlerden misiniz? Evet çok üşürüm ve üşüdüğümde canım şerbetli tatlı ister doğru. İster de yiyen yok, çok nadirdir canım istedi diye şerbetli tatlı yaptığım yada aldığım. Bu tatlıyı bayramda yapıp anneme götürmüştüm, resimlemek ve şimdi yayınlamak o nedenle geçte olsa kısmet oldu. Yıllar önce bir arkadaşımdan aldığım güzel bir tarif yoğurt tatlısı. Daha önce de bahsetmişimdir denenmiş tarifler her zaman garanti olduğu için, bilmiyorum sizde böyle şeyler yapar mısınız ama, aldığım kişilerin isimlerini yazarım tarifin başına. Bu tariften önce sürekli yaptığım bir yoğurt tatlısı tarifim vardı ancak, bu tarifte hiç yağ olmadığı için, hafif ve güzel bir tarif olduğu için, şimdiye kadar beni hiç hayal kırıklığına uğratmadığı ve yapımı da çok kolay olduğu için diğer tarifi neredeyse 15 yıllır hiç yapmaz oldum. Ölçüsü de çok güzel ve bir iyi tarafı var, ölçünüz bardak ise yuvarlak borcam yada benzeri bir tepside, ölçünüz kase ise büyük fırın tepsisinde yapabiliyorsunuz. Bu da tarifi veren arkadaşımın hiç unutmadığım dipnotu idi. Gerçi ben hiç büyük fırın tepsisinde yapmadım, şeker ölçüsü biraz daha fazla idi ancak biraz kırptım, arada bir portakal kabuğu ilave ediyorum, üstüne ceviz, findık, hindistan cevizi, ....ne ister iseniz çok yakışıyor. Banakalırsa deneyin, kendiniz için olmasa bile, misafirleriniz için şu soğuk günlerde içinizi ısıtacak bir tatlı.

ESMA TATLISI

3 yumurta
1 ölçü yoğurt
1 ölçü şeker
2 ölçü un
1 paket kabartma tozu

Şerbet
3 ölçü şeker
4.5 ölçü su

Ölçü su bardağı ise büyük yuvarlak borcam, ölçü kase ise fırın tepsisinde pişirilir.
Şeker, yumurta 15 dk. Çırp, yoğurda ve diğerlerini karıştır, fırına sür. Keki pişerken şerbetini hazırla. Kek fırından çıkınca 1 çay bardağı ılık su (bardakta oda ısısında beklemiş su) ile ıslat. Kek ve şerbet ılınınca şerbetini dök. Soğuyunca üstüne Hindistan cevizi, ceviz, fındık vs. dök.

21 Ekim, 2010

OTLU KREP VE SANDÖVİÇ OMLET


Krep özellikle kızım tarafından çok sevildiği için bir kaç çeşidini yapmaya çalışıyorum. Ben hep aşağıdaki tarif ile yapar, arasında mermelat sürüp kalınca rulo yapıp üstüne pudra şekeri elerdim. Sonraları vanilya eklemeden, limon kabuğu koymadan, peynir ile de yenilebilsin yada isteyen reçel sürsün diye sadesini de yapmaya başladım. En son olarak da biraz dereotu, maydonoz kıyıp, kaşar rendeleyip otlusunu yaptım. Son yaptığımı bir çok sitede değişik ölçülerde gördüm ve en iyi olanın bildiğim olduğuna karar verip (ölçü açısından) aynı tarife peynir ve ot eklemesi yaptım. Hepsi güzel ve hepsi beğenildi. Banakalırsa hafta sonu kahvaltılarınıza hatta çay saatlerine deneyin derim.

KREP

2 yumurta
2 bardak un
2 bardak süt
Limon kabuğu
Vanilya
Boza kıvamına gelene kadar çırp, yağsız teflon tavaya birer kepçe dök. İki taraflı pişir. Aralarına marmelat sür. Rulo yap pudra şekeri dök.



İkinci tarif biraz uydurma yapan var ise bile ben uydurduğumu sanıyorum çünkü, bir simit cafede gördüğüm omleti tarif alamadığım için kendimce bu hale uyarladım. Çok şık, göze hitap eden ve genel olarak da çok beğenilen ama tek tek yapıldığı için biraz oyalayan bir tarif. Tek yumurtayı bir kasede kırıp, biraz tuz ilavesi ile çırpıyoruz. Teflon tavaya sosis, sucuk, salam vb. ne koymak istiyor isek erimiş çok az tereyağ'a ilave edip pişiriyoruz. Pişirdiklerimizi bir kenara alıyor ve aynı tavada yumurtayı pişiriyoruz. Tam pişmek üzere iken omletin yarısına harcı koyuyor, harcın üstüne rendelenmiş kaşar ilave ediyor, diğer yarısını üstüne kapatıyor ve tabağa alıp karabiber serpiyoruz. Tek tek yapmak istemiyor iseniz büyükçe bir tavada yapıp, dilim dilim de servis edebilirsiniz. Size kalmış, ben bu halini çok seviyorum. Cumartesi, Pazar banakalırsa deneyin derim. Bu arada aynı krep tarifi ile, krepli tavuk, et, ıspanak, ve mantar'da yapıyorum. O tarifler de yakında, ....

18 Ekim, 2010

PATLICANLI MAKARNA


Patlıcanlı Makarna hem sebze, hem karbonhidrat karışımı olmasından dolayı oldukça sağlıklı, yanına bir şey eklemeksizin bile tüketebileceğimiz yapımı da oldukça basit bir yemek. Patlıcanlı bulgur pilavı yapanlar bilir, usul aynı sayılır zaten. Küçük doğranmış soğan ve patlıcanları biraz yağda çeviriyor, hafif piştikten sonra, kabuğu soyulup, küp küp doğradığımız domatesleri ekliyor, domates suyunu çektikten sonra, makarna ile buluşmalarını sağlıyoruz. Yanında ayran yada salata, orası size kalmış. Patlıcanların hala güzel olduğu şu son günlerde, güzel ve kolay bir alternatif yemek. Deneyin banakalırsa.

15 Ekim, 2010

YAŞAM / NEYZEN TEVFİK


Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa,
neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve
düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı.
Sorun yok, sadece bekle.
Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir
ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur,
olması gereken kendiliğinden olur!
İzlemene devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde,
o bir dengedir,o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş,
güzellik olanların içinden filizlenecektir;
zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur!..
Hayat üçbuçukla dörtarasındadır. ..
Ya üçbuçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın...
NEYZEN TEVFİK

11 Ekim, 2010

İŞTE MUTLULUĞUN REÇETESİ ...


Aşağıdaki yazıyı geçen hafta okudum ve sizlerle paylaşmak üzere hemen kopyaladım. Güzel ve anlamlı bir yazı bence. Ben de günümüzde insanların genel olarak mutsuz olduklarına ve sürekli ya kendileri yada başkaları ile kavga halinde olduklarına inanıyorum. Yaklaşık 20 senedir kamuda çalışıyorum ve çalıştığım ofiste yaklaşık 150 kişi geldi ve gitti. Aynı işyerinde 150 değişik kişi ile çalışmış olmaya avantajı mı, dezavantajı mı desem bilmiyorum ama 20 yıllık süreçte gözlemlerim oldu. İnsanların daha çok hak ve özgürlük aradıklarını ama, bunu yaparken ölçüyü kaçırdıklarını, hak aramak ile saygısızlık arasındaki çizgiyi ihlal ettiklerini gördüm. Yeni gelen neslin tahammülsüz, daha işe başlamadan yorgun ve bıkkın, en kötüsü mutsuz olduklarını gözlemledim. Çocuk yetiştiren bir anne olarak, arada bir dönüp bizim gençliğimizi de tabii ki çok eleştirdim. Bizim sorgusuz her şeyi yaptığımızı ve bunun da çok doğru olmadığını fark ettim. Ama ne bizim gibi olmak, ne de şimdiki nesil gibi olmak bence doğru olanı. Haklarımızı aramayı bilmeli ama, hak aramak ile saygısızlığı, ölçüsüzlüğü ve hatta terbiyesizliği birbirine karıştırmamayı iyi öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Çok inandığım bir ilke vardır ve bu genel olarak çalışma prensibim olmuştur. Yaptığım şeyleri öncelikle başkaları için değil kendime olan saygım için yaparım. Sanıyorum artık kendimize olan saygımızı kaybetmeye başladığımız için, başkalarını sayamıyoruz. Saygı, sevgi, hoşgörü,… vb. özelliklerin olmadığı bedenlerde, beyinlerde mutluluk yok tabii ki. Banakalırsa aşağıdaki yazıyı okuyun derim.

Mutsuzluk virüsü size bulaşmasın
Serdar Turgut çok önemli bir sorunu tartışmaya açtı. Sorun aslında dünya ölçeğinde önemli. Bulaşıcı bir viral hastalık gibi hızla yayılıyor. Yaşlı, genç, zengin, fakir dinlemiyor, herkese, her ülkeye bulaşıyor. Adı “mutsuzluk hastalığı”. Mutsuzluk virüsünün hızla yayıldığı ülkelerden biri de bizim ülkemiz, Türkiye...
MUTSUZLUK sorunu sadece bedensel yapılanmada yaptığı tahribatlar nedeniyle değil, yaptığı ruhsal tahribatlar nedeniyle de önemli. Kronik yorgunluk/Fibromiyalji’den depresyona, uykusuzluktan rahatsız ayak sendromuna kadar birçok sağlık sorununun arkasında mutsuzluk yatıyor. Son yıllarda şu nokta daha iyi anlaşıldı: “İyi hayata giden yol”da yalnızca refah ve sağlık yeterli değil. Yeteri kadar sağlığınız ve paranız da olsa mutlu değilseniz eğer bir sürü problem ardı ardına sıraya giriyor.

En etkili ilaç: Şükretmek

Mutlulukla ilgili herkes kendine göre bir reçete üretmiş. En güvenli reçete (daha önce de yazdığım) Ernie E. Zelinski’nin hazırladığı reçete gibi görünüyor. (Bu reçeteyi yanda bulacaksınız). Zelinski’nin reçetesinde tam on üç mutluluk ilacı var. Bunların içinde bana göre en etkili olanı, size en çok tavsiye edeceğim son ilaç, yani “şükran duygusu”dur. Bu duygu size “var olanla yetinmeyi”, “küçük güzeldir”, “az çoktur” diyebilmeyi, “sahip olduklarınızın değerini bilmeyi” öğretecek en etkili mutluluk hapıdır.

Üstelik bu ilaç BEDAVA

Geçenlerde “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisini izlerken duyduğum cümle de aslında çok önemli. Cümleyi tam olarak hatırlayamıyorum ama “sevgiyi sıradan alışkanlık haline getirmemenin ne kadar tehlikeli olduğunu” vurgulayan bir deyimdi. O cümle “bulduğumuz ve olduğumuzla yetinmenin, mevcudun da değerini bilmenin” öneminin altını kalınca çiziyordu. Bir kez daha hatırlatalım: Şükran duygusu binlerce yıldır kullanılan bir mutluluk ilacı ve her defasında yüzde yüz sonuç veriyor. Üstelik bu ilaç her zaman elinizin altında ve bedava!

KESİP SAKLAYIN: İşte mutluluk reçetesi
, Doyum sağlayacak kadar bir amaç,
, Geçinebilecek kadar bir iş,
, Temel ihtiyaçlara yetecek kadar zenginlik,
, İş ve eğlenceyi dengeleyecek kadar sağlıklı bir akıl,
, Birçok insanı beğenecek, bunlardan birazını da sevecek kadar şefkat,
, Kendini sevecek kadar özsaygı,
, Muhtaç olanlara verecek kadar iyilik duygusu,
, Zorluklarla yüz yüze gelecek kadar cesaret,
, Sorunları çözecek kadar yaratıcılık,
, Her an gülecek kadar mizah duygusu,
, İyi bir yarını bekleyecek kadar umut,
, Hayatı bütün değerleriyle yaşayacak kadar bir sağlık,
, Sahip oldukların için şükran duygusu.

MUTSUZLUK sorununun yaygınlaşmasının önemli bir nedeni de ruhumuzun gittikçe daha sık yaralanıp tırmalanması, ruhu onarmayı ihmal etme yanlışımızın gün geçtikçe yaygınlaşıp artmasıdır. “Ruhu onarmak” hepimiz için en önemli problem haline gelmiştir ve iyi hayat sadece “zevk odaklı yaşamak” ile ilgili bir şey de değildir. Doğal olarak ruh her zaman hazların, yeni ve farklı coşkuların, zapt edilmez heveslerin peşindedir. Yetinmeyi ve şükretmeyi pek bilmez ve hep yeni heyecanlara yelken açmak, yeni oyuncaklarla (!) tanışıp oynamak ister.
Ve ne yazık ki, bu süreçte ne bunların çoğunun kendisi için zararlı olabileceğini ne de durup dinlenmesi yavaşlayıp hız kesmesi kendini onarmaya zaman ayırması gerektiğini fark etmez. Hızlandıkça hayatı daha çok ıskalarız. Iskaların ve ıskaladıklarımızın sayısı arttıkça da ruhumuz bedenden bedenimiz ruhtan kopar. Onarılacak şeylerin sayısı her gün biraz daha artar.

Ruhu onarmak konusu önümüzdeki dönemde en önemli işlerimizden biri olmalıdır. İyi yaşamanın anahtarı ruhu onarmaktadır.

Prof.Dr.Osman MÜFTÜOĞLU 4 Ekim 2010-Hürriyet Gazetesi

08 Ekim, 2010

KADINBUDU KÖFTE

Genelde zor gibi biliniyor olmasına rağmen aslında yapımı çok basit, biraz oyalamak ile birlikte kolay bir tarif. Soğuk sandviçleriniz yada makarna, pilav yanında ikram etmek için güzel bir köfte alternatifi. Çocuklar tarafından çok beğeniliyor olması da cabası. Kadınbudu köfte yaptığımda yarısını deepfreze koyuyor olmam ile birlikte ilk yapıldığı zaman daha güzel olduğu için hemen tüketmenizi tavsiye ediyorum. Yarım kilo kıymadan yaklaşık 18-20 adet çıkıyor. Normal köfte ile kıyaslar isek biraz bereketsiz oluyor ama; banakalırsa deneyin, hiç pişman olmayacaksınız.

Malzemeler

½ kıyma
1 çay bardağı pirinç
2 yumurta
1 irice kuru soğan
Tuz-karabiber
Kızartmak için yağ ve galeta unu
(benim yaptığım gibi kendi çektiğiniz ekmekleri de kullanabilirsiniz)

Yarım kilo kıymayı ortadan ikiye bölüyor ve hiç yağsız tavada yarısını kavuruyorsunuz. Daha sonra bütün malzemeyi birleştireceğiniz bir kaba alıp, soğumasını kolaylaştırabilirsiniz. İnce ince kıydığınız soğanı çok az yağ ile kavurup, üstüne yıkanmış pirincinizi ilave edip, pişeceği kadar su ilavesi ile (üstü kapanana kadar) pişiriyorsunuz. Bunu da kıymayı koyduğunuz derince kaba alıp, çiğ kıymayı ve 1 yumurtayı, tuzunu, karabiberini ilave edip yoğuruyor ve irice köfteler hazırlayıp, yaklaşık bir saat kadar dinlenmesi için buzdolabına koyuyorsunuz. Normal köfteden biraz daha cıvık olduğu için, buzdolabı kızartma işleminden önce toparlanmasını da sağlıyor. Sonrası malum, önce yumurtaya, sonra galeta ununa bulayıp kızartıyor ve afiyetle yiyorsunuz.

06 Ekim, 2010

KONSERVE'NİN ÖYKÜSÜ ...

Hepimizin bildiği gibi konserve besinleri bozulmadan saklama yöntemidir. Malum mevsim yavaş yavaş dönerken konserve yapmanın tam da zamanıdır. Konserve yapımı ve tüketimi hesaplı, kışın elimizin altında hazır olması bakımından önemli, hem de evde yapılan konserveler hazır konservelerden daha sağlıkdır. Kız kardeşim ve bir arkadaşı menemen, domates sos yapıyor bol miktarda ve sağ olsunlar bana da veriyorlar. Hazır bulmanın keyfi de çok güzel ama; ben ne yalan söyleyeyim emekle gelen, emekle ve zevkle yapılan, kendi mutfağımdan dışarıya vuran kokular olduğu zamanda farklı bir huzur buluyor ve mest olup ayrı bir keyif alıyorum. Tüm bu hayallerimi de emekliliğime erteleyip, avunuyorum. Annem eskiden taze fasülye, bezelye, bamya gibi sebzelerden de konserve yapar ve kışlık hazırlardı. Deepfrez çıktığından beri sanıyorum bu işleme çok gerek kalmadı. Artık bunların hepsi yolunca yordamınca hazırlanıp, dolapta da saklanıyor. Farkında değiliz belki ama; kışın elimizin altında hazır bulunması farklı bir nimet, hiçbir şey saklanamazken konservenin icadı, daha sonra annelerimizin evde çeşit çeşit yapmaları, şimdi dolaplarda saklamak, … ne kadar cefalı ve uzun süreçler, bize gelene kadar hayatlar ve yaşamlar ne kadar zor, şartlar çetin… Biz bezelye alıp, ayıklayıp, yıkayıp poşetler ile kaldırma lüksüne sahip iken, çoğumuz hala hazır alıp, tüketme derdindeyiz. Neyse bunlar tercih meselesi tabii. Hiç aklınıza ilk konserve nasıl, kim tarafından yapıldı diye geldi mi? Ben biraz araştırdım ve aşağıdakileri buldum. Umarım keyifle okursunuz.

Napolyon Avrupa’yı fethetmek için defalarca kez yolculuğa çıkmış ordusuyla birlikte. Bu yolculuklarda yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri de yiyecek olmuş. Dönemin saklama teknikleri ancak salamura ve füme ete yetiyormuş. Askerler için en büyük değişiklik ise ete reçel ve peynir katık etmekti. En sonunda hükümet bir etkinlik başlattı, sebze ve meyveleri özelliklerini bozmadan saklayabilen tekniğe 12 bin frank ödül vereceğini açıkladı. İşte şekerci dükkanı sahibi olan ve hayatının bir dönemini mahzenlerde şarap yapmakla geçiren Nicolas Appert de bu ödülü hak etmek için çalışanlardan biriydi. Yiyecekleri kapalı cam kavanozlara koyarak özellikleri bozulmadan saklamayı başardı ve konservenin babası olmaya hak kazandı. Konservenin babası, o tarihten itibaren de ordunun yiyecek işleriyle görevlendirildi. Bu yöntemin iyi sonuç vermesinden sonra Appert, orduya yiyecek sağlama işinin sorumlusu oldu. Elli işçinin çalıştığı Massy’deki fabrikasında cam kavanozlar içinde üç aya kadar taze kalan et, balık, sebze ve süt imal etmekteydi.Yapılan savaşlar sırasında bu cam kaplar İngilizler’in eline geçince de olan oldu ve camı çok ağır ve kullanışsız bulan İngilizler besin maddelerini metal kaplarda tutmayı icat etti. Nerelerden nerelere geliniyor değil mi? Kim bilir annelerimizin evlerde konserve yapmaya başlamaları ne zamana denk geldi.

04 Ekim, 2010

ÖNEMLİ / GERİ DÖNÜŞÜM




Geri dönüşüm kampanyasının Ülkemiz bütçesine, doğayı korumaya, çocuklarımıza bilinçli tüketici ve iyi, sorumlu bir yurttaş olmayı öğretmeye, enerji tasarrufuna katkılarını sanıyorum hepimiz az çok biliyoruzdur. Yaklaşık 2 yıldır bıkmadan usanmadan, tek bir kapak, küçük bir kağıt parçası demeden geri dönüşüme uygun olan atıkları mutfak balkonunda biriktiriyorum. Ve inanın tahmin edemeyeceğiniz kadar çok atığın biriktiğini, günlük çöpümün neredeyse boş kaldığını, bir hafta içinde torbalar dolusu atık biriktirdiğimi söyleyebilirim. Ne yazık ki yaklaşık iki haftadır atık kumbarasının kalktığını fark ettiğimiz için biriktirdiğimiz atıkları araba ile yol üstündeki başka bir kumbaraya atıyoruz. Dün Çankaya Belediyesine telefon ettiğimde aldığım cevap hiç beklemediğim bir cevaptı. “Atık kumbarasına, normal çöpte atıldığı için” kaldırılmış. Biriktirip telefon edersem gelip evden alabilirlermiş. Nasıl üzüldüm anlatamam size. Biz bilinçlenmek bir tarafa yapılan hizmetlere de zarar veriyoruz. Oturduğumuz semtin iyi bir semt olması daha üzücü mü? değil mi? bilemedim. Eğitimin insanları bilinçlendirdiği düşünülür ama bir arkadaşımın babasından öğrendiğim “Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır” sözü geldi aklıma. Ben Nazım’ın şiirindeki gibi “Bu Memleket Bizim” diye biriktirmeye devam edeceğim. Belediyenin başka bir güzel uygulamasını da aşağıda yazdım. Hem Geri Dönüşüm, hem de kullanılmış, kıyafetleri, eşyaları toplamak, ikisi de güzel uygulamalar ve keşke bütün belediyelere hatta yurt geneline yayılıp, zorunlu hale gelse. Keşke kimse geri dönüşümü olacak atığı, normal çöpe atamasa dahi. Hatta atanlar bir şekilde cezalandırılsa. Lütfen banakalırsa faydamız olmayacak ise bile zarar vermeyelim.

BU MEMLEKET BİZİM..

dört nala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim

bilekler kan içinde
dişler kenetli
ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak
bu cehennem, bu cennet bizim

kapansın el kapıları
bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
bu davet bizim

yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim

NAZIM HİKMET


Çankaya Belediyesi Toplumsal Dayanışma Merkezi ile iletişime geçebilirsiniz.
Çankaya Belediyesi
Toplumsal Dayanışma Merkezi


2.el kıyafetler ,yıkanmış , ütülenmiş ve paketlenmiş şekilde teslim edilirse mutlu oluruz.
Çocuk/bebek kıyafetleri ve oyuncakları , bebek arabası v.b lerinin ayrı paketlenmesini öneririz.
Eşya ve ikinci el kıyafetlerinizi 1 hafta içerisinde evden , araçla alıyoruz..
(ankara dışı kıyafet yardımlarını kargoya verebilirsiniz. )
Alo TODAM: 4310079 / 1235
Adres: Mithatpaşa Caddesi No:52 Kızılay-Ankara
Bu Mesaji “elden ele” ulaştırırsanız çoğalırız…

NOT:Çankaya Belediyesi Toplumsal Dayanışma Merkezleri Çankaya'da 20 mahallede yaptığı çalışmalarla Sağlıklı Kentler Birliği tarafından 2010 yılı sosyal sorumluluk alanında en iyi uygulama ödülünü layık görülmüştür.

Tezcan Karakuş Candan,Mimar

Çankaya Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdür Yardımcısı
Toplumsal Dayanışma Merkezleri Sorumlusu