26 Mayıs, 2014

KARDEŞİMİN HİKAYESİ/ZÜLFÜ LİVANELİ


Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir.
Kardeşimin Hikâyesi aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız.

Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadenizin lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum. 


Daha önce de okuduğum tüm "Livaneli" kitapları gibi bir çırpıda biten, oldukça sürükleyici, akıcı ve özellikle son kitaplarında "kurgu olağan üstü" diye düşündüğüm, gözleme ve bilgiye dayalı harika bir kitap. Kitabın sonuna kadar ne olduğunu çözemeden, o mu?, bu mu? diye okudum. Son hiç beklemediğim bir sondu ve edebiyatçıların beyninin mühendisler gibi çalıştığını doğrular nitelikteydi. Banakalırsa okuyun derim. 

"Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve korkar. Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz."


Hiç yorum yok: