02 Aralık, 2010

ARKA-TAŞ/ARKADAŞ VE TEŞEKKÜR ....


Eski Türklerde Askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için; bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.

Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde

dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.

Güzel ve anlamlı, zaten bir çoğumuzun da bildiği bir yazı. Arkadaş hepimizin hayatında, önemli yeri olan bazen yanlış seçimler yapsak da doğru kişi yada kişileri bulduğumuzda gerçekten bence bu dünyada sahip olabileceğimiz en önemli şeyler listesinin baş sıralarında yer alması gerekenlerden. Yukarda ki yazı mail ile geldi, daha öncede birkaç defa okumuştum, okurken aklıma Mevlana’nın aşağıdaki şiiri, “Ahretlik” dediğim arkadaşım, yol arkadaşım, hayatıma giren çıkan arkadaşlar,… ve blog sayesinde tanıdığım, yüzlerini görmediğim, ama özellikle bazılarını görmeden de sevip, iletişim kurulacağını düşündüğüm sanal arkadaşlarım geldi. Yorumlarınızı okuduğumda uzaktan gelen ve beklenen bir mektup okumuş gibi sevindiğimi fark ettim. Yıllar önce iş yerinden bir arkadaşım “siz telefon ile konuşurken bile gülümsüyorsunuz ve ben bu olumlu elektriği çok net hissediyorum” demişti. Düşündüğümde doğru olduğunu fark ettim. İnsan gerçekten telefon ile konuşmak bir tarafa, sadece yazıştığında bile karşısındaki insanın, hüznünü, gülümsemesini, sıkıntısını, sevincini,… tüm olumlu, olumsuz mesajlarını alabiliyor. Bu yazıyı bir nevi teşekkür yazısı kabul edin, siteye girerek beni teşvik ettiğiniz, yorum bırakarak mutlu ettiğiniz, siteye üye olduğunuz, hatta sadece şöyle bir ziyaret ettiğiniz için. Umarım hepimizin hayatında kötü günde sırtımızı dayayacak, sevinç ve kederimizi paylaşacak ve bir bakıştan anlayacak kadar bol demeyeceğim, gerçek arkadaşlar olsun.


MEVLANADAN

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi....
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur...

MEVLANA

6 yorum:

saniyesultan dedi ki...

çok güzel bir yazı olmuş...yüreğinize sağlık..

Tijen dedi ki...

Serap'cığım,
Kötü gün dostun bol olsun demek geldi içimden. İyi gün dostu çok bu dünyada ama...

ÇAY SAATİ dedi ki...

Güzel paylaşımınız için teşekkürler.Sevgiler.Aida

mutfakcini dedi ki...

Arkadaşsız,dostsuz kalmamak dileğiyle.paylaşım için teşekkürler canım,çok anlamlıyı.sevgiler..

Unknown dedi ki...

Ne kadar güzel anlatmışsın..Arkadaş kelimesi meğer ne anlamlıymış..
Hayatımızdan hiçeksik olmasın dostlarımız,arkadaşlarımız..
Hz. Mevlana'nın şiiri de harika,emeğine sağlık..
Mutlu haftalar diliyorum..
sevgilerimle..

saniyesultan dedi ki...

herkesin bildiğini düşündüm ligarbanın literatürdeki adı yaban mersini..o da böğürtlen gibi bir meyve...Özellikle şeker hastalığına iyi geliyor...trabzonun yaylarında yetişiyor .ağustos eylül aylarında toplayıp dondurucuda saklıyoruz yada reçelini yapıyoruz. Büyük şehirlerde aktarlarda kurutulmuş olarak satılıyor...bazı marketlerde yaş olanınıda gördüm.